İman ve sinema
Nur topu gibi bir gündemimiz daha oldu: Bir sinema filmi üzerinden yaklaşık on gündür ‘entelijansiyamız’ ateşli şekilde tartışıyor.
Ülkemizde de yakından tanınan ve sevilen İranlı yönetmen Mecid Mecidî’nin, Efendimizin hayatını anlatan bir üçlemenin ilk bölümü gösterime girer girmez başlayan tartışma derinleşerek sürüyor.
Tartışmanın temel noktasını Efendimizin ‘suretinden’ parmak, parmakların arasından göz gibi bazı uzuvların ‘gösterilmesi’ oluşturuyor. Hemen akabinde de tartışma hızla şii-sünnî tartışmasının içine çekiliyor.
Filmi izleyenlerin ve izlemediğini açıkça belirterek (bir kısmı izlemeyeceğini de belirterek) sürdürdüğü tartışma iman-küfür noktasına da gelmekte gecikmedi.
Tanınmış bir fıkıhçımızın verdiği ‘izlenebilir’ fetvası da anında mangaldaki küllerin arasına çekiliverdi.
Bu tartışmanın Ortadoğu’da güncel olarak devam eden savaştaki Şii-Sünnî geriliminin izdüşümü olarak büyüdüğünü söyleyenler var.
Kimsenin iradesine ipotek koyulamayacağını, dolayısıyla bu filmi izlemenin bir itikadî mesele olarak zinhar gündeme gelemeyeceğini belirtenler var.
Filmin sadece sinema tekniği üzerinden eleştirilmesi gerektiğini, yapılan polemiklerin yersizliğini düşünenler var. ‘Kült müzik’ olmadığını, Mecidî’ye has ‘inceliklerin’ filmde yeterince görülemediği, Hollywood efektlerinin fazlalığı gibi durumlardan müştekî olanlar da var.
Sık sık yapılan bir atıf ise ‘Çağrı’ filmi üzerinden şekilleniyor ve eldeki tek kıyas malzemesi bu film. Yıllar önce bir arkadaşımın “Ahirette Hz. Hamza diye gidip Anthony Quinn’in boynuna sarılacağız” diye bir tesbiti vardı. Bu film için de yakın tehlike olarak bu endişe üzerinden yapılan yorumlar hayli fazla.
‘Bir film izlemekle bozulacak itikadı neyleyim’ serzenişi de ayrı bir bahis.
Kısacası film eksenindeki tartışmalar akaid ve sinema üzerinden iki ana kolda -kendi içinde de farklılaşarak- yürüyor.
Tartışmaların konjonktürel mi yoksa epistemik mi olduğunu henüz bilemiyorum. Diğer taraftan yönetmen Mecidî’nin bu film sebebiyle İran’da gözaltında olduğu, orada da özellikle ‘Molla’ların filme karşı olduğu ve bir tartışmanın doğduğuna ilişkin haberler, yorumlar okuyorum.
Bir âhir zaman gününün daha sonuna geldiğim taşrada, filmi henüz izlemediğim için birden soğuyan havalardan düşmeye başlayan iri yağmur damlalarının çinko damda çıkardığı tıpırtıları dinlemekle iktifa ediyorum.
ANONS
K. Maraş kitap fuarı bütün hızıyla devam ediyor.
Biber, tarhana ve dondurma ise yapıcı ekstralar.
Sevme sanatı
“Sevebilmek aynı sanatta yetkinliğe ulaşmada olduğu gibi öğrenilmeyi, üzerinde uzun uzun çalışmayı, pratik yapmayı gerektirir. Sevgi doğru kişi ile karşılaşılması sayesinde ortaya çıkmaz. Sevmeyi bilmeyen bir kişi asla sevemez.
İnsanlar sevginin açlığını çekerler; mutlu mutsuz sayısız film görür, sevgi üstüne söylenmiş yüzlerce değersiz şarkı dinlerler gene de sevgi konusunda öğrenilmesi gereken bir çok şeyin bulunduğunu pek az kişi düşünür. Büyük çoğunluk sevme sorununu, “sevmek”ten, çok “sevilme” sorunu olarak görür. Bu yüzden onlar için önemli olan nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevimli olabilecekleridir. Bu amaca ulaşmak için çeşitli yollara başvururlar. Özellikle erkeklerin gittiği yollardan biri, paralı olmaktır. Kadınların seçtiği yol ise vücuduna, giyimine bakarak alımlı olmaya çalışmaktır.
Oysa atılacak ilk adım, sevmenin de tıpkı yaşamak gibi bir sanat olduğunu kabul etmektir; müzik, resim, marangozluk, doktorluk, mühendislik gibi başka herhangi bir sanatı öğrenmek için ne yapıyorsak, sevmeyi öğrenme yolunda da aynı şeyleri yapmamız gerekir.” Erich Fromm / Sevme Sanatı
“Bay Butler için üzüldüm. Eğriyi doğruyu bilemeyecek kadar gençmiş, ama yılda hiçbir işine yaramayacak otuz bin dolar kazanabilmek için bütün yaşamından vazgeçmiş. Vay be, o otuz bin doların tümü bugün ona, çocukken biriktirdiği on sentin alabileceği şeker, fıstık ya da bir sinema üst balkon bileti alamaz.” Martin Eden / Jack London