İki fare bir karga

İki farecik bir kalıp peynir ele geçirmişler. Peynir güzel mi güzel, fareler aç mı aç. Tam peynirin bir ucundan kemirmeye başlayıp karınlarını doyuracakken, birisi şöyle demiş diğerine: “Ya birimiz fazla peynir yeyip hak geçerse!”

Bu söz üzerine öbür fareyi almış bir düşünce. “Doğru, demiş. Haydi bir hakem bulalım da bu peyniri bize adaletle bölüştürsün.”

Ve bir hakem arayıp bulmuşlar; bir karga. Karga bir peynire bakmış, bir farelere. Sonra da peyniri eline alıp ikiye bölmüş ve her bir parçayı bir fareye verip hakemlik görevini yapmış.

Fakat tam fareler ellerinde kendi paylarına düşen peynirle giderken bir ses duymuşlar: “Bir dakika!” Karganın sesiymiş bu. “Galiba bir adaletsizlik oldu, şu peynirlere yeniden bakabilir miyim?”

Fareler geri dönüp ellerindeki peyniri kargaya vermişler. Her iki peynir parçasını da gözden geçiren karga “hımmm, şu peynir biraz fazla görünüyor” deyip o parçadan biraz ısırmış. Fakat daha sonra iki peynir parçasını yeniden gözden geçirmiş ve bu defa da diğer parça kendisine büyük gelmiş. Tabii ki eşitlemek için biraz da o peynirden yemiş karga.

Gelgelelim bu defa da diğer parça büyük kalmış ve karga her defasında peynirleri eşitlemek için biraz ondan, biraz bundan yemeyi sürdürmüş ve peynirler küçücük, bir ısırımlık kadar kalmış.

Fareler önce küçücük kalan peynire, sonra da birbirlerine bakmışlar ve kargaya bağırmışlar: “ Ver peynirimizi biz razıyız.” Karga farelere şöyle bir bakmış ve demiş ki: Siz razısınız ama adalet razı değil.”

Adalet önemli beyler. Mesele peynir de olsa önemli, bir insanın hakkı da olsa önemli, bir toplumun günlük işleyişinin ayrıntıları da olsa önemli.

Adalet önemli.

Ölümden Önce

Çayırın tepesinden bir kuş fırladı. Boynu karaydı, kanatları karaydı, boşlukta lastik gibi sündü, uzadı. Bayırın dibindeki tavuklar karanlık deliklere sindiler. Kuş, az ilerideki karanlığa karışıp, karanlık oldu.

Bayırın tepesinden bir taş koptu. Gümbürtüsüz, toz-duman çıkarmadan düştü, dipteki karanlığa karışıp karanlık oldu.

Bayırın dibinde bir kadın namaz kılıyordu. Namazını bitirmiş de dua edilordu aslında. Aslında kadın mı, erkek mi olduğu da belli değildi. Ama bu kadar uzun duayı kadınlar ederdi. Uzadıkça uzadı dua. Sonra kuşlar aldı çevresini. Omuzlarına kollarına kondular. Etrafında dönüp durdular. Ardından bir şey ürküttü kuşları. Kuşlarla beraber kadın da ürktü. Karanlığa karışıp karanlık oldular. (…) Şükrü Karaca- Dünyayı Dolduran Kiraz-Vadi yay.

Sanat!

Ülker’in ‘reklamı’ ortalığı karıştırdı. Çok mu başarılıydı, çok mu kötüydü, çok mu kötücüldü? Kumpas mıydı, sızma mıydı, gerçek miydi, algı mıydı, bir şeyin habercisi, bir bütünün parçası mıydı?

Ülker yerli ve millî miydi, başka bir şey miydi? Reklamın 16 Nisan’la mı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la mı yoksa Türkiye ile mi ilgili bir hesabı vardı?

Ortada bir ‘tuhaflık’ varsa bunun müsebbibi reklam şirketi miydi, şirket patronajı mıydı?

Yoksa herkes çok mu evhamlıydı?

Yoksa her şey çok gevşek olduğu için mi böyle şeyler olabiliyordu?

Ya o günün öncesindeki ‘konulu’ tahliyeler?

Reklam metninin bazı harfleri yanyana getirilince çıkan ‘şifreler.’

Seslendirme tersten dinlenince duyulan falanlar filanlar…

Bütün bu gürültü arasında bir şey gözden kaçtı galiba; şu ya da bu formatta, şu ya da bu niyetle icra edilen, ettirilen ‘sanatın’ gücü. Kimse buna değinmedi. Yıllar geçti kaç çizer yetiştirildi, kaç çizgi film senaristi var, kaç ekip oluşturuldu? Sorulmadı. Sorulmayacak da galiba. İyi geceler bayım.

ANONS

Bilim Sanat Vakfı’nın
bahar seminerleri başladı.
Değişik disiplinlerdeki zengin

içerik için vakfın faaliyetlerine
göz atmakta yarar var.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum