Harfler ve adamlarım
Şems. Konya.
Sabah çok erken bir saatte Konya’ya indim. İndim sözün gelişi, Konya’ya çıkılır, ama uçaktan galat, neylersin. Karşılayan dostlarla içimize doğru ilerliyoruz.
Hazreti Pîr’e selam.
Her gün yükselen ve şehircilik sorunlarını pek yaşamayan bir şehir olan Konya, bu sefer de bizi şaşırtmıyor. Düzenli, dakik, kendine mahsus bir ritm, kendine mahsus bir gündem…
Biraz erken bir saatte olsa da bamya çorbasıyla küçük bir mülâkiyet. Sonra bir mektebe gidiyoruz. Belirlenen saatte salonda buluşuyoruz küçük dostlarımızla. ‘Küçük’ yine lafın gelişi; hepsi de olağanüstü bir donanımın olağanüstü kahramanları.
Bir hafızlık okulundayım.
Yeni bir üslup ve yöntemle kurulmuş bu okul hayırsever bir iş adamı olan Mustafa Büyükkaplan’ın himayesinde, hafız yetiştirmek üzere ihdas olunmuş. Kendine mahsus programı olan okula rağbet çok fazla olunca öğrenciler sınavla seçilmiş. Klasik hafız yetiştiren kurumlardan farkı, öğrencilerin kendi evine gidip gelerek eğitimi sürdürebilmeleri, ama okulun yatılı kısmı da mevcut. Tabii ki bütün İmam Hatipler de olduğu gibi, müfredat dersleri de görülüyor.
Kendi alanına hâkim ve seçkin öğretmenlerle yürütülen bu eğitim faaliyeti, yeni arayış ve tekniklere karşı da hassas bir tutum içinde.
Hem hafızlık müessesesi, hem de eğitimi ile ilgili bütün yaklaşımları ince eleyip sık dokuyarak, kalıcı bir verime dönüştürmeye tâlip bu okul, aynı zamanda benzeri okullar için de bir tür pilot okul anlamı taşıyor. Öğrencilerin pırıl pırıl bilinçleri ve o hafızlık yapanlara mahsus gözleri karşısında ne yalan söylemeli; içinden geçtiğim ve geçtiğimiz her türlü olumsuz şartlara rağmen umutla dolduğumu hissettim. Allahın harfleri, kelimeleri, ayetleri arasında dolaşıp duran, rüyasında bile o güzel yolculuğu sürdüren müthiş çocuklar; adamlarım. Kur’an-ı Kerim’le bu kadar yoğun muhatap olan küçük dostlarımın arasında kendimi iyi hissettim. Yaptığımız sohbette sordukları sorular ve benim sorularıma aldığım cevaplar hoştu.
Okuldan ayrılıp Konya’nın sokaklarını arşınlarken bambaşka şeyler de gördüm. Çay ocaklarında oturup önümden akan hayatı bir defa daha izlerken, sokakta gördüğü herkese, ama herkese içtenlik ve sükûnetle selam veren bir adam dikkatimi çekti. Selamı yayarak gidiyordu işte. Selamla bütün canlara dokunarak.
Güzel adamlar, güzel çocuklar.
Bıraksan gül alıp satmaya başlayacak bir şehir.
Ama nedir, gece başladığında ver elini İstanbul. Al bakalım İstanbul.
Bütün çürüme bilimden gelecek
Bugünlerde bilim adı altında serpilip gelişen (özellikle doğabilimi) hemen hemen hiçbir şeyin bilimle hiç ilgisi yok, sadece meraktan ibaret. Sonunda bütün çürüme doğa bilimlerinden gelecek. Hayranlarından pek çoğu, eğer bir inceleme mikroskopla yürütülüyorsa, o zaman bunun ciddî bir bilim olduğuna inanıyor. (Un sot trovue toujours un autre sot qui’l admire) [bir aptal daima kendine hayran olacak başka bir aptal bulur]. Mikroskoba duyulan aptalca ve batıl bir inanç; mikroskopla yapılan gözlem sadece merakı her zamankinden daha saçma kılar.
Bir adamın yalınlık ve samimiyetle, bilincin nasıl varolduğunu anlayamadığını söylemesi son derece doğaldır. Fakat bir adamın gözünü bir mikroskoba yapıştırıp uzun uzun baktıktan sonra hâlâ nasıl olduğunu görememesi gülünçtür ve özellikle de ciddî olması gerektiği zaman çok gülünçtür. Bir eğlence, bir vakit öldürme aracı olarak bakıldığında mikroskopun keşfi gayet mantıklı, fakat onu ciddiye almak aptallığın dik âlâsı. Matbaanın icadı bile neredeyse hicvidir, aman tanrım o zamandan beri söyleyecek sözü olan ne çok insan varmış. O müthiş icat, daha doğarken ölüme mahkûm bir sürü zırvanın yayılmasına yaradı. Eğer Tanrı elinde bir sopa ile dolaşsaydı, mikroskopun yardımıyla keşif yapan o ağırbaşlı insanların işi bayağı bir zorlaşırdı. (…) Tanrıyı üstün bir kişiye, herkesin anlayamayacağı rezil bir herife çevirmek istiyorlar –fakat ilahi ve basit gerçek şu ki onu hiç kimse anlayamaz, zeki olan da basit insan gibi aynısına sarılır. S. Kierkegaard-Kahkaha Benden Yana-Çev. : Nedim Çatlı-Ayrıntı Yay.
21 Mayıs
Ankara’dan mutad her cuma gelen bir dostumla Süleymaniye’de kuru fasulyeli bir sofranın ardından Ankara’nın bol bürokratik malzemeli ortamlarını konuşurken söz bürokratların tavla ve çeşitli oyunlara olan tutkunluğuna geldi.
Ankara’nın çok sayıda kahvesinin bürokratlarca doldurulduğunu söyledi dostum. Bir “Bürokrat Kahvesi” açılsa, dedim. Meğerse varmış o isimde bir kahve. “Eh, o zaman ‘Ek Gösterge Kahvesi’ açılsın, dedim. Bakarsınız açılır.
Ankara’dan söz ederken bazı ‘değişimler’ için 21 Mayıs bekleniyor dedi birisi yan masadan. Bugün 20, yarın 21 Mayıs. Haydi bakalım.
ANONS
Dünya kısa, uzun dalma!