Fil
16 Nisan’ın artçı sarsıntıları kendisinden daha önemli iç ve dış değişimlere yol açacak gibi görünüyor.
Hani nasıl derler, bu referandum, ‘tarihsel’ bir kırılmayı tetikleyerek, bir dizi değişimin önünü açmaya aday mı aday bir referandum.
Bilinen şeydir, “dış politika iç politikayı belirler” teorisi.
Fakat bu defa tersi oldu sanki. Bir iç politika mevzûu olan referandum, Avrupa’dan Amerika’ya, Rusya’dan Körfez’e kadar bir dizi dış politika kulvarını da ciddî biçimde etkilemişe benziyor.
Avrupa’nın merkez medyasında ve meydanlarında gün geçmiyor ki türkçe manşetler, pankartlar görmeyelim.
Türkçe tivit atan nevzuhur yetişkinler de işin cabası.
Böyle giderse, Avrupa’da 16 Nisan’a kadar hatırı sayılır bir Türkçe müktesebâtı oluşacak.
İçeride ve dışarıda notalar alınıp veriliyor.
Batının hariciye ofisleri bizimkileri, bizimkiler batının maslahatgüzarlarını çağırıp çağırıp gönderiyor.
Bütün bu diplomatik hareketliliğin varacağı nokta bazı çevrelerde ister istemez bir tedirginlik oluşturuyor.
Diğer taraftan nihayetinde bir ‘halk oylaması’nın muhtemel sonucu üzerinden bize değnek sallayıp aba üstünden sopa gösteren ‘müttefik’lerimizin daha şimdiden sert silah ambargosu gibi kimi uygulamaları başlatmaları, bu tutumun nerelere kadar uzanacağının basit bir göstergesi olarak masaya gelmiş durumda.
Güneyimizdeki terörist oluşuma oybirliğiyle verilen küresel destek ise işin lamını da cimini de işaretleyen başka bir ‘müttefik’ gerçeklik olarak çoktan şekillenmiş bulunuyor.
Bazı müslüman başkentlerden Amerika ve İngiltere’ye transit uçuşlarda, yolcuların yanına elektronik cihaz alma yasağına İstanbul’un da eklenmesi ise ‘’ticarî’ alanda nelerin olabileceğinin küçük bir sinyali.
Yakında ‘sadece leptoplar değil, yolcular da bagajda gelecek’ uyarısı gelirse şaşırır mısınız? Şahsen şaşırmam. Çünkü parça bütünün habercisidir. Parçada mantıksızlığı mantıklı bulan kafa, bütün için neden aynı mantığı kullanmasın?
Karınca haklı fil haksız ise, fil büyük diye karıncanın haklılığını gözardı etmekle, sadece karıncaya haksızlık etmiş sayılmazsınız. Bu tutumunuz aynı zamanda kısa vadede filin iyiliğine! gibi görünüyorsa da uzun vadede zulmü yani çürümeyi hedefleyen bir tutumdan öte anlam ifade etmez.
İyilikler size.
Türkiyeli Müslümanların zaaf ve imkânları
Bizim zamanımızda diye başlayan cümleler kurmaktan imtina etmeye çalıştım hep. Çünkü gençlerin böyle başlayan cümleleri dinlemediğini bizzat kendi tecrübemden biliyorum.
Tabii bir de geçmişi mükemmelleştiren ve gerek zımnen gerek açıkça dünden bugüne istisnasız bir bozulma sürecinin varolduğunu ima eden bir söyleyiş tarzına karşılık gelir bu ifade. “Gençler bozuldu” yargısı kadim dönemlerden beri değişimin dönüşümün şaşırtıcılığına bir tepki olarak okunabilir ancak. Çünkü hiçbir zaman homojen bir “gençlikten” bahsedemeyiz. Zaten birkaç yüzyıl öncesinde bugünkü manada gençlikten de bahsedemeyiz.
Otuz yıl önce belki daha “idealist” bir kuşaktı zamanın “Müslüman genç”leri. Ama fazla sosyolojik bulunma riskine rağmen söylemek zorundayım; onların yaşıtları olan sağcı solcu gençler de idealistti. Sadece ülkeyi değil, dünyayı kurtarıyordu sabahlara kadar bütün gençler. Renk olmayan renklerde pardösü giyen tesettürlü kızların sıra arkadaşları da yağlı saçlarla, parka ve postallarla dolaşıyordu, dişilik değil kişilik vurgusuyla. Bu bakımdan bir takım eylem, yaklaşım ve tavırları aynı jenerasyonun içinde değerlendirirsek daha âdil bir karşılaştırma yapabiliriz.
Bugünün NLP özgüvenine yaslanan, tüketim üzerinden kendini gerçekleştiren, hayat tarzı seçimiyle kimliğini kuran, bireyci gençliğin hâkim kodlarını dikkate alarak gözlemlemek gerek “Müslüman gençlik” i de. Müslüman gençler bir vakumda yaşamıyorlar. Ve din bir istikamet verse de bütün sosyal, siyasal, iktisadi ve kültürel durumları belirleyen yegâne etken değil. Bu bakımdan bir önceki kuşaktan her farklılığı bir dejenerasyon olarak etiketlemek haksızlık olur. (…) Nazife Şişman-Hasat Özgür Açılım Platformu 2012 Yıllığı’nın bir soruşturmasına verilen cevaplardan.
Kaybolan neydi
Kelimelerimiz ve içerdikleri anlamlar tazeliğini kaybedebilir mi?
Tazeliğini kaybetme, kanıksanma, anlamın ‘yalama’ olması kelime veya kavrama ait bir durum mudur, yoksa bizim algı mekanizmalarımıza ait bir deformasyon sonucu mudur?
Anlamı, tazeliği, içtenliği, özsaygısı, sağlamlığı ‘ kaybolmuş’ kelime ya da kavramlarla düşünmeye, yaşamaya çalışmak ne kadar anlamlı?
Nasıl tazeleyebiliriz anlamı?
Bir kelime nasıl yeniden kanatlanabilir ve ‘uçurur’ insanı?
Neyi kaybettik?