Eylül geçse de
Her şey geçiyor diyorlar, geçer diyorlar. Eylül geçse de geçmeyen şeyler var. Yok mu?
İstanbul standart!
Dün Acıbadem’de metrobüs raydan çıktı ve feci fotoğraflar paylaşıldı.
Ama metrobüsteki bir yolcunun şoföre tekme ve şemsiyeyle saldırdığı ve kazaya bunun sebep olduğu haberi, kazanın kendisinden bile önemli hâle geldi.
Bu kadar vahim bir şeyin nasıl gerçekleşebildiği, bir insanın bu kadar vahşi bir cürete nasıl sahip olduğu ve hatta o saldırgana ne yapılması gerektiği hakkındaki görüşler, ambülanslar olay yerinden ayrılmadan çoktan sosyal medyadaki yerini almıştı bile.
Olayın hukukî boyutundaki kamu malına zarar vermek, yaralamak gibi suçlar bir yana, olayda kullanıldığı söylenen şemsiyenin de silah sayılacağı muhakkak.
Zorunlu bir ihtiyaca pratik bir çözüm bulmak için hizmete alınan metrobüs sistemi hakkında sonu gelmeyen tartışmaların yapıldığı ve daha yapılacağı âşikâr. Ama temelde şöyle bir görüş hâkim: ‘Keşke pratik olarak çözüm sayılan metrobüs yerine, zor ve kalıcı olan metro sistemine karar verilseydi.’
Her kazadan veya olumsuz olaydan sonra gündeme gelen bu görüş hayata geçer mi, geçmez mi bilemiyoruz. Tıpkı, uzun ince bir volta alanı gibi uzanan metrobüs yolunda gidip gelen şoförlerin psikolojisini bilemediğimiz gibi.
Çok boyutlu İstanbul hayatında, bir çok sorunun merkezinde yer alan ulaşım ya da trafik sorununu kırk yıldır ana sorun olarak konuşuyoruz. İnsan ve akıl boyutlarını es geçtiğimiz sürece bir kırk yıl daha konuşuruz.
Çiçeği burnunda sosyopatlar
(...) İnsanların yok oluşundan bahsederken bunu soyut bir kavram ya da bir metafor olarak kullanmıyorum. Kasdettiğim şey şu: Hemen hemen iki bin yıldır alfabe ile şekillenen Avrupalı ve Batılılara özgü zihinsel uzamın yerini, bilgisayarın şekil verdiği yeni bir algısal uzam alıyor. Başka bir deyişle: Baskın bir metafor olan alfabetik metin bir diğer metafora; bilgisayar ekranına toslamış durumda. Bu iki metaforun aynı uzamda bulunması mümkün değildir.
Daha önce suçluluk duygusu, vicdan ve benliğin yalnızca okur yazarlıkta bulunabileceğini belirtmiştim. İnsanlar kendilerini metin metaforundan uzak hissettikleri an insan davranışı çok farklı görünür. Hepimiz bu davranışa tanıklık edebilir, hepimiz bu dev boyutlu, bilimkurgudan fırlamışa benzeyen kâbusun bir parçası olabiliriz. Kültürümüzün nereye gittiğini anlamak için hiç bir kısıtlama ya da pişmanlık bilmeden insanlara tecavüz eden, işkence eden, cinayet işleyen ve bundan bir türlü vazgeçmeyen gençlere bir bakmak yeter. Çiçeği burnunda sosyopatlarla dolu bir ulusla karşı karşıyayız.
(...) Oysa bilgisayara daha fazla yer vermek sorunu daha da ciddî bir hâle getirir. Dilin güç ve oyun potansiyelini daha iyi anlamaları adına öğrencileri bir ekrana mahkûm etmek, psikososyal bir referans çerçevesi olan içselleştirilmiş metni ellerinden alır ve okuryazarlıklarına zarar verir. Sonuçta bilgisayar onları adım adım cehalete yaklaştıran bir araç olarak karşımıza çıkar. İnsan bağlantısını koparır ve evdeki ilişkileri daha da parçalanmış hâle getirir. Toplumsal sözleşme bilgisayarda yazılmamıştır. Bilgisayarla tamir edilmesine de olanak yoktur. Barry Sanders- Öküzün A’sı- Çev.: Şehnaz Tahir- Ayrıntı Yay.