Düz adam hasreti
Bilginin kendini bir köpek gibi aşırı çoğaltması neye yol açtı? Bilgiyi elden kaçırmaya, bilgi tarafından tutulmaya ve nihayet onu kaybetmeye.
Her ülkede her gün üretilen ciltler dolusu bilgi. Neyin bilgisi? Söylenenlere bakılırsa her şeyin.
Her şeyin bilgisine kim ulaşmak ister? Hiç kimse, belki de herkes. Ama bunun imkansız olduğunu bile bile bu soruyu neden soruyoruz? Her şeyden azın azı bilen çok sayıda insana rastladığımız ve bu artık bıkkınlık verdiği için.
Adam diplomasi biliyor, fizik kanunlarını biliyor, iktisat teorilerinden bahsediyor, köpeklerin davranış kodlarından haberdar, siyaseti yutmuş, et pişirme tekniklerine vâkıf, başağrısına hangi elmanın iyi geleceğini duymuş ve unutmamış, cep telefonunun şarjını nasıl uzatabileceğini anlatıyor, rüya yorumluyor vs vs.
Bu türden adamlara rastlayınca onu kendi türünden biriyle tanıştırmak için bahaneler buluyor ve tanıştırıyorum, sonra da yanlarından hızla uzaklaşıyorum.
Herkesin her şeyi bildiği (!) toplumlar rahatsız toplumlardır.
Son yıllarda ‘bilmiyorum’ diyen insana çok rastlamıyorum.
Bu yüzden ‘bilmiyorum’ cümlesini öğretecek öğretmenlere ihtiyaç var, ama o öğretmeni bulmak da mesele.
Biraz bilmemek kimseyi incitmez oysa.
Hiçbir şeyin uzmanı olmayan düz adama tesadüf eylemek çok zor artık.
On parmağında on marifet olan ‘ulemâdan’ bir ahbabım var. Bestekâr, klasik divan sahibi, kufî ustası, tambur çalar, ney üfler ve müntesibi az olan bir akademik disiplinin otoritelerinden biri.
Bir gün sohbet esnasında ‘ben kara câhiller tarikatına girdim’ demişti.
Üç yıl sonra sorduğumda fikrinin hiç değişmediğini belirtti.
Üstad ne söylediğini biliyordu.
Gel gör ki bunu dışarıdaki ‘allâmelere’ anlatabilmek zorun zoruydu.
Herkesin her şeyi bildiği bir memlekette bir şeyi iyi bilmek de acı verir.
Selam düz adama.
Kararlı şekilde nice yıllara
Gazetemiz Karar’ın birinci yılı için toplandığımız büyük salonu lebaleb doldurduğumuzu görünce biraz şaşırdım, meğer epey kalabalık bir kadro varmış. Birkaç yazar dostumuzun yokluğu dışında ekip, İstanbul dışından gelenler de dâhil olmak üzere tam kadro oradaydı.
Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Kiras’ın evsahipliği ve riyasetinde başlayan kısa konuşmalarda yazar dostlar ve teknik ekipten isteyen arkadaşlar söz alarak bir yılla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Birinci yıl pastası kesilirken içimizden birinin ‘sıkı tutun’ esprisi, Hakan’ın konuşmasındaki ‘…ve ana yemeği merakla bekliyorum’ cümlesinden sonraki en iyi espri idi.
Mustafa Öztürk Hocamızın Marmara İlahiyat’a gelme haberini de bizzat kendisinden öğrenip mutluluk duyduğum akşamın en güzel yanı, kuşkusuz, dostlarla hasret gidermekti.
Ve sonra olması gerektiği gibi gazete sayfalarında buluşmak üzere sessizce dağıldık. Nice yıllara.
Yanlış nedenle hayranlık
(…) Bu, belki de, İngilizlerin Avrupa kültürünün dışında kaldığını söylemenin başka bir yolu. Çünkü büyük yetenek gösterdikleri bir sanat dalı var: edebiyat. Ama bu aynı zamanda ülke sınırlarını aşamayan yegane sanat dalı. Edebiyat, özellikle de şiir ve en çok da lirik şiir, kendi dil grubunun dışında çok az değeri olan ya da olmayan bir çeşit aile içi şaka. Shakespeare hariç, en iyi İngiliz şairleri Avrupa’da neredeyse ismen dahi tanınmıyor. Yaygın olarak okunan yegane şairler, yanlış nedenlerle hayranlık duyulan Byron ve İngiliz riyakârlığının kurbanı olarak acınan Oscar Wilde. Ve açık olmasa da , bununla bağlantılı olarak, felsefe yeteneğinin yokluğu, neredeyse her İngiliz’de düzenli bir düşünce sisteminin ya da hatta mantığın kullanılmasının eksikliği. (…) George Orwell- Neden Yazıyorum- Sel yay.- Türkçesi: Levent Konca