Dündem Gündem Yarındem
Çinlilerin meşhur bedduasında zikredilen ‘ilginç zamanlarda’ yaşıyor olabiliriz.
Bakmayın teknomedyanın yaşattığı “herkes her yerde” algısına. Kendimizde ya da yanıbaşımızda bile olamadığımız, tatsız tuzsuz, paramparça bakış ve duyuşların tam ortasındayız.
Tabiatta neşe ve diriliş senfonilerinin başladığı zamanları yaşıyoruz. Bahar yine geldi.
Ama aynı zamanda savaşların, mültecî akınlarının, çok yönlü terör saldırılarının da içindeyiz.
Panama bandıralı küresel zulanın patlaması da gündem, bir partinin genel başkanının bilinçaltı zulasının patlaması da.
Belki pek de bilinçaltı denemez. Çünkü mezkur genel başkan saatler sonra sözlerinin arkasında olduğunu belirterek, aşağılık cephedeki siperden ayrılmayacağını beyan etti. Bence de hiç ayrılmamalı, hep o sözlerin arkasında ve orada kalmalı.
Mide bulandırıcı olduğu için KK’nun sözlerini tekrarlamayacağım. Zaten duymayan kalmadı. Çok sert tepkiler koyuldu! Nereden? Sosyal medyadan. Başbakan Davutoğlu kötü sözün sahibini ‘unfollow’ etti. Acımış mıdır, uf olmuş mudur? Hiç sanmam.
Ve hiç anlamam ‘ ideolojik’ tarafa göre görünüp/kaybolan ‘kadınsal’ tepkileri. Ahlâk alanında bir şey aşağılıksa aşağılıktır. Bu anlam, kimsenin bulunduğu yere göre ağırlık değiştirmez.
Gazeteler hep dünü yazar. Bu anlamda esasen dündem oluştururlar. Gündem ise hep olmakta olan bir şeydir, hiç tamamlanmadan eskiyip gider. Bir de yarındem var. Ve tabii ki içiyle barışık olanlar için ‘andem’.
Bilmiyorum, patlayan erik çiçeklerine bakıp söyleyebilir miyiz ağaçlarla yeniden:
Dünle beraber gitti KK ve sözleri
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım...
Bahar yine gündemimiz olamadı vesselam.
Sayarken uçan paralar
Çinliler yine acayip bir icat yapmışlar. Para sayma makinasına yeni bir aparat eklenerek ortaya çıkan bu icat doğrudan sizin paranıza göz dikiyor.
Diyelim ki bir döviz bürosuna gittiniz ve para bozdurdunuz. Paranız makinada sayılırken, bir düğmeye dokunulduğunda para destesinden bir para çekilerek makinadaki gizli bölmeye düşüyor. Artık kaç kez dokunulursa o kadar para tırtıklanmış oluyor. Tabii bu makinaları kim alır, kim kullanır, buralara da gelir mi bilemem. Kuşkulu biriyseniz geriye tek çare kalıyor: Makinanın saydığı paraları elle yeniden saymak...
Anayasanın dili
Elif Çakır’ın gazetemizde yayınlanan özel haberinden öğrendiğimize göre yeni anayasanın yazımı için isimler tesbit edilmiş durumda. Yeni yazılacak anayasanın dilini hem bir hukukçu, hem de edebiyatla ilgilenen biri olarak aşırı merak ediyorum.
Hukuksal terimlere boğulmamış, okuyan herkesin anlayabileceği berraklıkta bir metin bekliyorum. Tabii ki içerikte de yüksek adalet duygusu mündemic olmalı. Yeni anayasa için bir ölçü olarak şu söylenebilir mi: Dilini çocuklar da anlayabilmeli ve içeriğinden büyükler de tatmin olmalı. Çocuk Vakfı’nın yıllardır sürdürdüğü çocuk ve anayasa çalışmalarının damıtılmış görsellerinden biriyle ifade etmek istersek şöyle:
İmzalı kitaplar meselesi
Ali Karaçalı yönetiminde çıkan Türk Dili dergisinin 769. sayısında Ömer Aksay “Şiir Gündelikleri” başlıklı notlarının bir yerinde bir çok kitap sahibinin hislerine tercüman olarak şunları yazmış:
“İnsanlar artık hayattayken kitaplarını elden/evden çıkarıyorlar. İncecik şiir kitapları bile fazlalık olarak görülmeye başlandı; yer kaplayan, göz zevkini bozan, okunmadığı için can sıkan, tozlanan gereksiz eşyaların başında geliyor kitap. Evinde özel kütüphanesi olan bir kaç kişi de bir süre sonra dünyayı terk edecek. Kişisel bilgisayarın (ne kadar özel?) her evde, her yerde, her koşulda hükümranlığı artmakta.
Bir sahafta şiir kitaplarına bakarken ağabeyime imzaladığım ilk şiir kitabıma rastladım. İlk kitabımda sayfaların üst kenarı kapalı formattadır. Ağabeyime imzaladığım kitabın sayfaları açılmış. okunmuştu. Daha önce de bir kurumun kütüphanesinde sayfaları hiç açılmamış halde rastladımdı kitabıma, onu da bir yazar arkadaşa imzalamıştım. Ağabeyim de, o yazar da hayattalar; Allah sağlık ve afiyet versin.”
Umudum epeyce kırılsa da gülümseyip geçtim.