Çocuklar kapılarda: Tık tık tık
Artık postacıların bile ayağının kesildiği kapıları birer birer çalıyorlar.
Kapıyı açan kim olursa olsun, aynı saf gülümseme ile gözlerinizin içine bakıp ‘iyi bayramlar’ diyorlar.
Bazan üç, bazan beş çocuk.
Artık karşıdan para mı gelir, çikolata mı, şeker mi, hattâ öylesine bir baş okşaması mı? Ne gelirse kabulüdür çocuğun.
Siz kapıyı kapatırken onlar çoktan başka bir kapıyı tıklatmaya başlar.
Bayramlar geldikçe, çocuklar oldukça ıssız kapılarda bile bir ses: Tık tık tık.
Açılan kapılar, uçarı selamlama ve kutlamalar, uzatılan şekerler ve karşılıklı gidip gelen dünyanın en masum iletişim olaylarından biri.
‘Gül alanlar gül satanlar’ gibi.
Bayram sevinci alıyorlar, bayram sevinci satıyorlar.
Bize rağmen, dünyaya rağmen çocuklar bunu yapabiliyor.
Bizim muhtelif kifayetsizliklerimiz sebebiyle birbirimize kapadığımız kapıları, çocuklar cesurca tıklatıyor: Tık tık tık!
Kimse var mı? O sen misin? Ellerini kaldır ve teslim ol sevince, neşeye, iyiliğe.
Tı k tık tık! Ben çocuk! Ya siz kimsiniz bay yabancı!
Tık tık tık! Burası dünya ve biz sizi anlamaya çalışıyoruz.
Tık tık tık! Ne çok arkadaşımızı babasız bıraktığınızı bilmiyor olamazsınız.
Tık tık tık! Burada soruları kimin sorduğu hiç önemli değil. Biliyor ve susuyoruz.
Tık tık tık! Bugün bayram. Gerisini biliyorsunuz.
Tık tık tık! Dünyanız biraz karanlık.
Geldi geçiyor bayram. İyi ki çocuklar var. Ve onların serçe adımlarıyla dolaştığı sokaklardaki kaldırım taşlarında neşeli izler bırakan telaşlı koşturmacası.
Çocukların her bayram kapılarımıza bıraktıkları o güzel alfabenin, o susmayan cikcikleri: Tık tık tık, tık tık tık...
Antep’li bir okurumuz gönderdiği bu fotoğrafın altına not düşmüş: “Antepli için sıradan bir görüntü.” Ne yazık ki bayramdaki bu sıradan bir Antep görüntüsünün tadını almak için bizim de ‘sıradan’ bir dünyada olmamız gerekiyor. Belki bir gün...
Köprü ücretleri ve mantıkları
İstanbul’un içinde mâlumunuz olduğu üzere –Yavuz Sultan Selim’le birlikte- üç ücretli köprü var. Köprülerin ortak özelliği tek yönlü geçiş ücretine tâbi olmaları. Fakat Gebze-Yalova arasında yeni hizmete alınan çiçeği burnunda Osman Gazi Köprüsü, diğer üç köprüden farklı olarak çift yönlü ücrete tâbi.
Bendeniz bunun mantıklı bir sebebini bulamadım.
Ya diğer üç köprünün ücret politikası yanlış, ya da bu sonuncunun.
Ayrıca yeni köprünün geçiş ücretini de –indirime rağmen- pahalı buluyorum. Yeni köprü, diğer üç köprünün diyelim ki altı katı bir uzunlukta ise, ücreti de en fazla diğer köprülerin ücretinin altı katı olmalı. “Ama İzmit Körfezi’ni dolaşmak” filan itirazlarına zerre metelik vermiyorum. Çünkü bu itirazı Boğaz köprüsü mantığına uyarlarsak, orada da Asya’ya geçmek için Bulgaristan-Rusya hattı üzerinden Karadeniz’i dolaşman icâbeder, böyle mantık olmaz.
Demek ki şu: 1. Osman Gazi Köprü ücreti niçin çift taraflı sorusuna cevap arıyorum.
2. Köprü ücreti –kamu yararı ilkesi düşünülürse- niçin bu kadar yüksek, buna cevap arıyorum.
3. Bulabilir miyim? Hiç sanmıyorum.
Alman itaati
Bir Alman itaat edebilir, hatta itaat etmeye mecburdur –kapıları çarpıp duvarları yıkabilir, ateş edebilir, birini bıçaklayabiler, dövebilir, asker disipliniyle yürüyebilir ve çapulculuk yapabilir. Ancak bunu yalnızca devlet için yapabilir, kendisi için değil, yani yalnızca doğal olmayan nedenlerden dolayı çapulculuk yapabilir o. Peki bir Alman, elli işi aynı anda yapmasını buyuran, hiç bir zaman ne tam olarak laikleşebilmiş, ne de azizlik mertebesine ulaşabilmiş bir kadına itaat edebilir mi?
Bilemiyorum acaba böyle güdümlü bir demokrasi olabilir mi- bunun üzerine düşünmek lazım, aynı şekilde emir sözcüğü üzerinde de düşünmek lazım: Aslında mahkemede yargılanması gereken bir sözcük bu, bütünüyle ortadan kaldırılması gerekir. Bütün nihilist yazarlar bir araya gelse, bu sözcüğün yaptığı tahribatın binde birini bile yapamazlardı... Heinrich Böll- Frankfurt Dersleri- Can yay.- Çev.:Kasım Eğit