Çarşamba Pazarı
Asırlar görmüş çarşamba pazarından geçerken uğultuların arasından bıçkın bir ses duydum: “Acıma! Acıma!”
Ne oluyor diye gayri ihtiyarî sesin geldiği tezgâha başımı çevirince cümlenin devamını duydum: “Acıma eloğlunun parasına yenge, acıma!”
Kadınların alışveriş yapması için bağırarak böyle cümleler kuran tezgâhtarın önünden daha henüz ayrılmadan bir başka sesle irkildim: “Al takke ver külah, al takke ver külah!” Peki bu ses neydi acaba? O sesin geldiği tezgâha baktığımda ise takkeler, bereler, şapkalar gördüm.
Bambaşka sesler, davet cümleleri, satış çığırtkanları da vardı pazarda.
Ama güncel siyasetin atar damarlarına pazar tezgâhlarında rastlamak nasıl demeli biraz dumura uğrattı bendenizi.
Şöyle diyordu yaşı yetmişe yaklaşmış bir beybaba: “Evet diyorum evet! Memleket için evet, çocuklarım için evet.”
Ve üç-beş pazarcı esnafı alkışlıyordu beybabayı evet sesleriyle.
***
Doğrusu buradaki evetin içtenliği eveti savunan çoğu siyasetçide yoktu.
Ama bir başka pazarcı esnafının da “Hayır, hayır diyorum, hepinize hayırlı günler bol kazançlar diyorum, hayırda hayır var” diye bağırması da anlaşılabilir bir şeydi. Onun kim bilir hangi düşüncelerle dile getirdiği bu hayır tercihinin samimiyeti de bir çok hayırcı siyasetçide mevcut değildi.
Hava güneşli ama soğuktu.
Çoğu esnaf da yağmur her an gelebilir düşüncesiyle branda ve halatları korumaya hazır biçimde kontrol etmekteydi.
Suriyeli, İranlı, Iraklı, Balkanlı, Kafkaslı ve İstanbul’un her semtinden genç-yaşlı onbinlerce insanın buluştuğu çarşamba pazarında hayat gürül gürül akmaya devam ediyordu, artık nereye akıyorsa.
***
Pazardan çıkarken şöyle bir cümle de duydum: “Bak biraz daha bağırırsan seni varlık fonuna devrederler.”
Çıkmasaydım Trump’la telefon görüşmesine dair bir cümle de duymam kuvvetle muhtemeldi.
Çıktım ve duyamadım.
Pazarda bulduğum siyah bir çaydanlık bana bir şey söyledi. Ne söyledi unuttum.
Çayı demleyip bardağa koyarken hatırlarım herhalde.
Nedir? Dünya da uzun sürmüş ama yine de kısa bir çarşamba pazarıdır.
“Sakız Alın Ulan, Sakıııız!”
“Yeyin paranızı ulan yeyiiin! Ölüm de var ulan, ölüüüm!”
Haftanın beş günü yeri göğü inleten bir ses!
Cağaloğlu-Mahmutpaşa güzergâhı esnafı yıllardır âşinâ oldukları bu sesi pek seviyor. Bu ses onlar için bereket demek, uğur demek.
Bu sesin sahibi sakızcı Sıtkı.
***
Sıtkı zihinsel engelli. Kalp hastası annesiyle yaşıyor. Annesi onun her şeyi; rehberi, öğretmeni, sığınacak limanı.
Cağaloğlu-Mahmutpaşa hattı Sıtkı’nın hâkimiyet alanı. Bu alana adım atınca kimseye eyvallahı yok. Tablasına sakızları doldurup basıyor narayı: “Sakız alın ulan, sakızzzı!”
***
Bendeniz, otuz yıl kadar önce, Cağaloğlu’nda bir yayınevinde tanıdım Sıtkı’yı. Esnafla, özellikle kitapçılarla, han sahipleriyle pek iyiydi arası. Ama bir kişi müstesna: Mâruf Bey!
Mâruf Bey, seksen yaşlarında gayrimenkul zengini bir zat idi. Lâkin, eli sıkı mı sıkı. Öyle sakıza makıza verecek parası yok. Sıtkı, biraz öfkelenirdi bu duruma. Her sabah Mâruf Bey’in yazıhanesinin kapısına dayanırdı:
“Yeyin paranızı ulan, yeyiiin!. Ölüm var ulan, ölüüümm!”
Hayatı ve parayı pek seven Mâruf Bey bu sesi duyunca öfkeden çılgına döner; hemen kapısını kilitler, odabaşına seslenirdi: “Uzaklaştır bu adamı burdaaan, uzaklaştırrrr!”
***
Sıtkı ile Mâruf Bey arasındaki bu mücadele yıllar boyu devam etti.
Bir gün âniden ateşkes! Yenilgiyi kabul etti Mâruf Bey. Lâkin, her ne hikmetse ödemeyi banknotla yapıyordu. Her hafta sonu 5 liralık banknot veriyor, karşılığında beş sakız alıyordu.
Ne var ki bu ateşkes birden bozuldu. Hem de ne bozulma! Kızılca kıyamet! Sıtkı, dehşetengiz bir öfkeyle dayandı rakibinin kapısına.
“Yeyin ulan paranızı, yeyiiiiiiiiinnnn!.”
Bu müthiş öfkenin nedenini sonradan öğrendik Sıtkı’nın annesi aylık alışveriş için markete gitmiş. Parayı kasiyere uzatmış... Ve Mâruf Bey’in banknotlarının sahte olduğu ortaya çıkıvermiş !
***
Mâruf Bey’in öldüğünü duyunca ziyâdesiyle üzüldü Sıtkı. Birkaç gün üst üste, yine aynı saatte onun kapısına geldi, bir şeyler düşünerek bir süre bekledi. Ezelî rakibine karşı yıllardır verdiği mücâdelenin temelinde başka bir şey yatıyordu sanki. Sakız parası falan bahaneydi. Bu mücâdele bambaşka bir renk katıyordu tekdüze hayatına.
Sanıyorum, aynı durum Mâruf Bey için de geçerliydi.
YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ