‘Büyük Cihad’ı unuturken

Önce Afganistan, Bosna, Çeçenistan; sonra Irak, yine Irak, Libya, Suriye... Daha öncesi de var şüphesiz, daha uzaklarda olanlar da.

Bu anılan yerlerde durmadan kanı akan Müslüman’ın sayısız çağrışımı ve erdemi var ama daha ilk başından selam, esenlik, teslimiyet, barış gibi birbirini besleyip büyüten anlamları hatırlayabiliriz.

Çünkü unuttuk.

Çünkü çok uzun zaman önce bize öğretilen ve her nesle özellikle aktarılan büyük cihad/küçük cihad ayırımındaki büyük cihadı unuttuk; kendimizle savaşmayı. Kendimizle, yani benliğimiz, heva ve heveslerimiz, hırslarımızla savaşmayı.

Geldiğimiz noktada şu veya bu sebeple öldürenin de, ölenin de aynı anda ‘Allahu Ekber’ diye haykırdığı aşırı tuhaf şeylere şâhit oluyoruz, çünkü bir de bunun videosunu çekip yayınlıyorlar.

Ama artık daha fena bir boyuta geçmek üzereyiz. Bir nevi yok olma boyutu.

İran’la Türkiye’nin, Şia ile Hanefî mezhebi/mektebi üzerinden savaşa girmesi için atılan çığlıklar, tamtamlar, çiğlikler.

Kurtuba yetmedi, Balkanlar yetmedi, Kafkaslar, Ortadoğu, Hindistan, İran-Irak savaşı yetmedi, Bosna, Suriye yetmedi mi?

Yetmedi değil mi bütün o acısı anlamını geçen trajik tecrübeler?

Yetmez bayım, bazan yetmez.

Âkil adamlar şimdi gerek.

Bu uğursuz beklentiyi boşa çıkaracak ‘Müslüman optik’ şimdi yükselmeli.

Büyük cihad için yola çıkmış erler, bu küçük cihadçılara şimdi bir şey söylemeli.

Yoksa geç olacak.

Yoksa kimse kalmamış olacak zaten.

Bir kadın bir kadını öldürdü

Birkaç gün önce tuhaf bir cinayet işlendi şehirde.

Genç bir kadın, yazar bir kadını öldürdü.

Arada ‘melek, şeytan, azrail, Yahudi, kişisel gelişim, casusluk’ vs gibi kelimeler, kavramlar uçuştu.

Cinayetin nedenlerini henüz bilemiyoruz. Ancak şu kadarını da tuhaf bulduğumuzu eklemek durumundayım; Bu kişisel gelişim ‘manyaklığı’ etrafında oluşan ticarî mental ve nerdeyse yeni, seküler ve egoya dayalı bir ‘din’, arınma filan fıstık argümanlarla nereye kadar?

Ve neden bu ‘ kadının işlediği kadın cinayeti’ üzerine bilinen sesler ve duyarlıklar hiç yükselmedi?

ANONS:

“Bir tek çocuğun ağlaması, dünyayı zehirlemeye yeter.”

Unutulmaz bir tarih ziyafeti

Genç tarihçi, ciddiyetiyle tanınan bir gazetede tarihle alakalı köşe yazıları kaleme almaktaydı. Doktora sahibiydi. Tarihi konulara getirdiği çarpıcı yorumları, sıradışı analizleri fevkalade dikkat çekiciydi.

...

Soğuk bir kış günü, sıcak bir çay hayaliyle eski medreseye daldığımda seçkin bir zevatla karşılaştım.

Ünlü tarihçi-romancı Mehmet Niyazi Özdemir, iktisat tarihçisi doçent Engin hoca, genç üniversite öğrencileri ve İstanbul efendisi, tarihe ışık tutan görüşleriyle ünlü duayen gazeteci ağabeyimiz...

Büyük bir dikkatle ilk kez karşılaştıklar bu sıradışı genç tarihçiyi dinliyorlardı.

Engin hoca kemal-i ciddiyetle not alıyordu. Genç üniversiteliler, güneşte kalmış hindi yavruları gibi ağızları acık, hayranlık içinde cep telefonlarıyla kayda geçiyorlardı.

Ünlü duayen gazeteci ağzında akide şekeri dolaştırır gibi keyifle dudaklarını kıpırdatıyordu. Bu sıradaşı tarih ziyafetinden büyük bir zevk aldığı belliydi. (Öyle ki, bir ara sırtındaki meşhur lama tüyünden paltosunu Kaside-i Bürde hadisesi misali, genç tarihçinin sırtına geçireceğini sandım.)

Tarihi romanların zirve ismi Mehmet Niyazi Özdemir’in yüzünden mutluluk okunuyordu. Müstakbel romanlarına kaynak teşkil edebilecek bilgiler elde etmenin mutluluğu içindeydi herhalde.

Konu Mohaç Harbi idi.

Genç tarihçi, savaşla alakalı detayları öylesine ayrıntılı öylesine canlı anlatıyordu ki, bir an kendimi bu dehşetengiz savaşın ortasına buluvermiş gibi oldum.

...

Bir buçuk saate yakın süren bu harika konferansın sonunda Mehmet Niyazi ağabeyimiz, müteşekkir bir yüz ifadesiyle:

‘Bizleri ihya ettiniz. Hiçbir tarihi eserde yer almayan belgeler ortaya lüfettiniz. Bu belgelerin kaynağını lütfedersiniz Türk ve dünya tarihine büyük bir hizmette bulunmuş olursunuz.’ dedi.

Odadakiler heyecanla belgelerin kaynağını kaydetmeye hazırlanırken genç tarihçi kayıtsız bir tavırla:

‘Dün gece gördüğüm rüyayı anlattım size’ cevabını verdi.

Sonra kendinden emin bir ifadeyle devam etti:

‘Bundan daha iyi belge mi olur.’

Ardından kapıyı aralayarak garsona seslendi:

‘Muhittiiin çayları tazeleee!’

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum