Bu da Geçmedi Yâ Hû
Bazan beklenen olur, bazan beklenmeyen.
Tarihin içinden bazan küçülerek geçeriz, bazan onu yazarak ve değiştirerek.
Bazan inandırıcılık sorunu çekeriz, bazan sahiciliğimiz kofluğa nefes aldırmaz.
Etten, kemikten ve zamandanız.
“İnsan aceleden yaratıldı” buyruluyor Kitabımızda. Ne olduğumuzu yaratıcımızdan daha iyi bilecek değilim.
Şimdi durup dururken hafızamın bin yıl öncesine neden gittiğini, Nizamü’l Mülk’ü neden hatırladığımı bilmiyorum. Ama onu farkedip bulunduğu makama getiren ve koruyan iradeye şapka çıkarıyorum.
1071-2071 hilâlinde tarih bize küçük çağrışımlar sunuyor olmalı.
Biri ve diğeri.
Biz ikisini de çok sevmiştik.
İki Süleymaniye kubbesi ağır mı geldi cihana. Birisi biraz rokoko mu talep etti buyurdunuz?
‘İçeriyi dışarısı belirler’ anlayışından, ‘içeriden dışarıyı belirleyelim’ anlayışına varmak çok mu değersiz bir şey?
Beraber yürümek ne güzel değil miydi o yollarda?
Bir dağa bir dağ eklendiğinde içimiz büyümemiş miydi?
Gri adamlar mı var dediniz, tam duyamadım. Bunlar bir yerden bir yere kelimeler, cümleler, fısıltılar mı taşıyordu durmadan?
Zor zamanlardan zorlu iradeyle geçildi ve hâlâ daha geçiliyor. Zor zamanların hiç bitmeyeceğini de herkes biliyor.
Bilinmeyen, insanın iç âlemleri. Bazan orada olup bitenler, bir ülkede, bir dünyada olup bitenlerin yoğunluğunu aşabilir.
Vefa, onur, vakardan ibaret bir veda.
Giderken açık ve samimi biçimde kardeşliğin altını kalın çizgilerle çizmek ne iyi.
“Olanda hayır vardır” hikmetini Türkiye’nin duvarına birlikte asabilmek ne hoş.
Bazan bir şeyin sonuçları, nedenlerinden daha üzücü olabilir.
Hak şerleri hayr eylesin.
Daha çok işimiz var. Dünyanın beşten büyük olduğunu göreceğiz daha.
Reis’i “yeteri kadar Reisçi”, Hoca’yı “yeteri kadar Hocacı” bulmayanların olduğu bir dünyada, eh bazı şeylere hazır olacaksınız.
Önümüze bakalım mümkünse.
Olup biten ve olup bitmeyen her şey mübarek olsun.
Allah var ve kâfi...
Kendimizi başkalarından sormalıyız
“Kurtuluşumuzun bağlı olduğu niteliklerin sayısı bir çığ gibi büyüyordu. Neredeyse ilk metinleri unutacaktık. Bu nedenle, bilimsel de olmak için, hemen bunları kaydettik. Büyüklü küçüklü otuz yedi neden çıktı ortaya. Üstelik işin daha başındaydık. Ben sayının yüze yaklaşmasından korkuyordum. Fakat bu meselenin üzerinde durmak gereksizdi. Ön yargıyla yola çıkılamazdı. İşin gittikçe zorlaştığını albay da görüyordu. Ayrıca yeni ilkelerimize göre, biraz da aptal görünmemiz gerekiyordu; aptallar gibi ortaya atılmak da biraz tehlikeliydi. Bu bizim için kavranması güç bir durumdu. Albayım, ‘Eskiler buna tecahülü ârifane derler oğlum,’ dedi. ‘Anlamadım albayım’ dedim. Oysa anlamıştım, çok duyduğum bir sözdü. Fakat hemen anlamış görünmek istemiyordum; bu huyumdan çok çekmiştim. (...) Yirmi dokuzuncu ilke de bize, iyi başlangıçların çok görüldüğünü, önemli olanın iyi bitirişler olduğunu bildiriyordu. (...) Ben ‘heyecanlanmamalıyız,’ dedim. Sesim biraz yüksek çıktı gene. Albayım uyardı. Fısıldayarak ‘Aptallaşmamalıyız,’ dedim. ‘Kendimizi tanımalıyız, kendimizi başkalarından sormalıyız.’ Oluyordu. ‘Unutmalıyız albayım,’ dedim. ‘Kötü günleri unutmalıyız.’ Gözlerim yaşarmıştı.” Oğuz Atay- Tehlikeli Oyunlar- İletişim
Çarşı
Bugün 'çarşı' dediğimizde hepimizin aklında aşağı-yukarı aynı şey beliriyor. Çarşı kelimesinin aslı farsça çarşu, yani dört sokak. Bugün avm denen nevzuhur mekanlar var ama çarşılar daha uzun süre varlığını sürdürecek. Şehirlerde alış veriş yapmaya uygun ve merkezî bir yerde, iki taraflı sıralanan dükkânların bulunduğu sokak veya meydana çarşı diyoruz ve bunu demeye devam edeceğiz. Sokağın üstü kapalı ise buna da kapalı çarşı diyoruz. Âlâ.
Neden?
Ülkemiz güzel gidiyordu.
Ne oldu acaba? Bu olup biten kime yarayacak? Allah Cumhurbaşkanımızdan da Başbakanımızdan da razı olsun. Bir daha böyle bir ikiliyi yakalayacağımızı sanmıyorum. Önümüzdeki günlerin nelere gebe olduğunu ancak Allah bilir. Haydi hayırlısı.