Biraz uzakta
Adamım havalar ısınır ısınmaz yedeğinde sıkı bir montla şehrin karmaşasından uzak bir sahil kenarına gidip akşama doğru hafifçe soğuyan toprağa uzanmıştı.
Güneş ucundan batmaya başlamıştı, yarın yeniden doğmak üzere.
Birazdan akşam yıldızı da belirecekti üzerinde, sabaha doğru sabah yıldızı olmak üzere.
Biteviye tekrar eden bu ‘bitimsiz’ çemberin neresinde olduğunu düşündü adamım. Sonra ‘bunun ne önemi var ki’ noktasına geldi. Hem ölçemediği, hem durduramadığı, hem de başlatamadığı bir çemberin içindeydi işte. Üstelik kalıcı da değildi. Bilemiyordu güneşin hangi batışının veya doğuşunun onsuz olacağını.
Sebepler mi önemliydi acaba, sonuçlar mı?
Ve sebeple sonucun hangisi hangisinin içindeydi, her sonuç da yeni bir sebep olduğuna göre.
Adamımın üzerinden geçen bir kuş gökyüzünü değiştirdi.
Adamımsa, içinde durmadan çiçeklenen ve hiç birini de bir sonuca bağlayamadığı sorulara bakmaya devam etti.
Montunun cebinde sarı bir tesbih olacaktı, çıkardı ve çekmeye başladı. Kehribarın şıkırtısı ile kalbindeki kelimenin aynı duygu etrafında imtizac edip adım adım ilerleyişini izledi kuştan kalan boşluğa bakarak.
Güneş tam olarak batmıştı işte.
Denizse duruyordu. Duruyor muydu pek emin olamadı, akıyor da olabilirdi.
Cep telefonundan bir radyo açtı.
Çatışmalar, konferanslar, açıklamalar, itirazlar, tutuklamalar, bombalamalar, ithamlar, seviyeler, seviyesizlikler doldurdu sahili.
Radyoyu kapattı.
Bir kuş daha geçse diye düşündü.
‘Meseleleri çözmek meseleleri çözmez’ diyen adamı düşündü adamım. Meselelerin çözülmemesinin çözdüğü bir mesele var mıydı acaba?
Aslolan düzen miydi, kaos mu?
Montunu giydi. Üşüdüğünden değildi. Hiç değildi.
Sonra kararlı şekilde yürümeye başladı, denize doğru değil.
Su onu kaldırmıyordu.
Küçük fabl
“Ah” dedi fare, “dünya her geçen gün daralıyor. Önceleri o kadar genişti ki korkuyordum. Yürümeye devam ederken nihayet uzakta sağda ve solda duvarlar gördüğüm için mutluydum ama bu uzun duvarlar o kadar hızlı birbirlerinin üzerine yürüyorlar ki ben son odaya geldim bile ve kendisine doğru yürüdüğüm tuzak şu köşede duruyor.”
-“Sadece yürüdüğün yönü değiştirmelisin” dedi kedi ve onu yedi.
F. Kafka- Bir Kardeş Cinayeti- Çev.:Naime Erkovan- Şûle Yay.
Gerçeklik kaybı
İki dostum YSK kararıyla ilgili olarak tartışıyordu.
Birisi, mühürsüz oy pusulalarının geçerliliği hakkındaki kararın bazı seçmenlerde bir ‘gaspa uğrama’ hissi yarattığını söyledi.
Diğeri sâkin bir sesle ona şöyle dedi: “Ben de tencere tava sesi duyduğumda travmatik sıkıntılar yaşıyorum.”
Ve arkasından yine aynı sâkin sesle devam etti: “İnsan istese ayağına takılan bir çakıl taşını yüzyılın felaketi olarak algılayabilir. Korkular, endişeler o kadar köpürtülür ki belediyede çalışan bir memurun saçma bir sözü yüzünden ülkesini terk etmeyi düşünebilir.”
“Ak Parti’nin kapatılma davasını hatırlayın. Parti kapatma ile mühürsüz pusula meselesini benzer şiddette algılamak benzer bir gerçeklik kaybıdır.”
Tartışmanın devamı elbette vardı, çayıma daldım.