Bir değirmen
‘Bir değirmen mi dünya?’ diye sorarken gördüm adamımı bir köpeğe.
Köpek öyle cins bir köpek filan değildi. Sıradan bir sokak köpeği, bir köpek ne kadar sıradan olabilirse. Adam bankta, köpek bankın dibinde oturuyor. Hava ayaz, adamımın elinde karton bir salep bardağı, bardaktan tarçınlı minik duman hâleleri yükseliyor. Adam karton bardaktan bir yudum alıp köpeğe dönüyor ve hep aynı soruyu soruyor: ‘Söyle bakalım, bir değirmen mi dünya?’ Köpek cevap vermiyor. Adamım arada bir karton salep bardağını köpeğin burnuna doğru iyice yaklaştırıyor. Bilgiç bakışlarla bardağı inceleyen köpek asla bir yudum almıyor ve adamım aynı soruyu her iki dakikada bir biteviye soruyor: ‘Söyle bakalım ...” Havadaki soğuk artıyor, köpeğin burnu hafiften kızarmaya başlamış gibi. Adamımsa bana mısın demiyor, soruyor da soruyor. Dünya bir değirmense öğütülen, hep öğütülen ne, kim? Zamanın ağır taşları mı öğütüyor her an her şeyi. İyiler mi daha çok öğütülüyor, kötüler mi? Binlerce yıldır durmadan öğüten bu değirmenden elde edilen hâsılayı kim, nerede biriktirip hangi ekmekleri yapıyor? Bu kanla pişmiş aşlar hangi efendilerin sofrasına servis ediliyor? “Makineler cevap vermeye, insanlar soru sormaya” yarıyorsa, ‘kötülük neye yarıyor’ sorusuna cevap versin bir makine. Bütün yorumların, analizlerin, politikaların, söylemlerin gelip tıkandığı yer; bir çift göz: Mazlumun gözü. Bir çift kurumuş dudak: Mazlumun dudağı. Lâl olmuş bir dil: Mazlumun dili. Adamım salebini bitirmiş olmalı ki karton bardağı çöpe atmak için yerinden kalkıyor. Köpek şöyle bir kımıldıyor. Adamım köpeğe bakıp aynı soruyu tekrarlıyor, köpek kırk yıldır cevap vermemiş gibi âşinâ olduğu soruya yine cevap vermiyor.
Birbirinden ayrılıyor gibi yapıp her ikisi de dünyanın içine doğru ilerleyip, değirmenin içinde kayboluyorlar. Halep ise tütüyor tütüyor tütüyor.
ANONS:
Payidar olmaz zulm ile dünya, olmamış hiç. Halep’ten çıkan mazlumun ahı çıkar aheste aheste.
İlesam’dan bir hatıra
80’li yılların başlarındaki mekanlarımızdan biri İlesam’dı. Erkenci müdavimlerdendim.. Sabahleyin 10 sularında İlesam’a damlar senaryo karalamaya çalışırdım. 10 buçuk dediğinde de fötr şapkalı, ufak tefek, mütevazi bir zat çıkagelirdi... Garsonla garson meczupla meczup. Son derece dakikti. Yarım saat sohbet eder, sonra tercüme çalışmaları arasına kaybolur; öğle vaktine doğru İlesam kalabalıklaşmaya başlamadan, hep aynı saatte sessizce ayrılırdı.
Bir gün bu bu yoğun tercüme çalışmaları arasında mırıldandığını duydum: ‘Varsın gene bir yudum su veren olmasın,
Başucumda biri bana ‘su yok’ desin de..’
Dönüp baktım. Hüzünlü, başka bir aleme dalmış gibiydi.
Bu arada garson garson Arap Samir’in önüne bıraktığı çayla kendine geldi. Çayını karıştırırken:
‘Son günlerde kendimi iyi hissetmiyorum. mahallenin muhtarına dedim ki: Bundan öyle her sabah saat tam 10’da senin büronun önünden camını tıklatarak geçeceğim. Tıklatmadığım gün lütfen evimi bir yoklayıver.’
....
Cenazesinde muhtar anlattı.
‘Aylar boyu her sabah büromun camı tıkladı. Ne bir dakika önce ne bir dakika geç.
Ve günün birinde... O aşina olduğum tıkırtıyı duymadım.
Evine gittiğimde son nefesini çoktan vermişti. ‘
...
Bir sabah yine İlesam’da üstad Hasan Aycın’ın yeni çıkan albümünü gördü masamda. Aldı incelemeye başladı... Aradan birkaç saat geçmesine rağmen hala incelemeye devam ediyordu. Dakik mesaisini falan unutmuştu.
Sonra başını kaldırdı:
‘Bu adam olağanüstü. Dünyaya tanıtmamız gerek. Kültür Bakanlığı’yla temasa geçme imkanınız varsa, ben yurtdışındaki dostlarım vasıtasıyla elimden geleni yapmaya hazırım.’
Durumu Hasan Aycın’a aktardım. Ne var ki üstad, her zamanki dervişane tavrıyla bu teklife şiddetle karşı çıktı. Israr ettim. Bu konuyu bir daha üstelersen dostluğumuz sona erer, diye kestirip attı.
Üstadın cevabını aktardığımda çok üzüldü:
Hiç değilse kendisinden bir ricada bulunayım. Şu şaheser beyti resimlesin de Şeyh Galib’i dünyanın dikkatine ve istifadesine sunalım! dedi.
Bir şulesi var ki şem-i canın
Fanusuna sığmaz asumanın.
Üstad Aycın’a bu teklifi de naklettim.
Efendim, yukarıda sözünü ettiğim kişi çevirmen, Müteffekkir Nejat Muaalimoğlu’dur. Otostopla dünya turunu tamamlayan Türk entelektüeli. Türkmen Yayınevi’ndeki zamanızın bol, kitabın bedava olduğu yıllarımızda, Politikada Nükte, Yüz Büyük Roman’ın Tahlil ve Tenkidi gibi çevirisiyle dünyamıza renk katan şahsiyet. Daha sonraki yıllarda başta Hitabet olmak üzere pek çok tercüme ve telif esere imzasını attı... Ve bir gün sessiz sedasız göçüverdi. Ne medyanın haberi oldu ne de Politikada Nükte’yi başucundan ayırmayan Süleyman Demirel’in.
Hamiş: Hasan Aycın üstadım. Bendeniz de artık yaşlandım. Bir sabah muhtarımın camı tıklamayabilir. Dostluğumuzu tehlikeye atma pahasına merhumun dileğini hatırlatmak üzere bu satırları kaleme almak zaruretini hissettim. Baki selamlar, efendim. Yusuf Ziya Adıdeğmez