Bir ân

Yıllar geçer ânlar hatırlanır’ diyen adamı hatırladım. Ona bu sözü söyleten ânların içinde ne vardı ki?

Geriye doğru bakınca hatırladığımız ilk beş ân neleri içeriyor? Çok yakıcı olduğu için mi unutamamışız o ânları, çok sevinçli oldukları için mi? Yoksa hâlâ geçmeyip, bizi içinde canlı bir bilinçle tuttukları için mi?

Bugün ve yarınki zihinsel bahçemizi, bu ânlarla mı inşa ediyoruz? Unutulmaz dediğimiz bir ânın zihnimizde etkilediği alanların toplamı, bir inşâ sürecini mi tetikliyor yoksa bir imhâ sürecini mi?

“Amma da sordun” dedi adamım. “Bu sorularla varacağın bir yer yok.”

Varmak istediğim bir yerin olup olmadığını düşündüm bir ân.

Zeytin ağaçlarının kesilmesiyle ilgili gelişme ve tartışmalar yolumu kesti. İnsanların her gün planlı ve hunharca öldürüldüğü bir gündemin içinde zeytin ağaçlarının lafı mı olur diyemedim.

Her ân birisinin bize bir şeyleri kafamıza vura vura hatırlatması mı gerekiyor?

Zeytin ağacı kendisine yüklenen vazifeyi eksiksiz îfâ ediyor, peki sana ne oluyor be insan, eyy insan, etme zeytini mazlum, çıkar aheste aheste, bu da böyle biline.

“Oruç sebebiyle mi asabîsin?” dedi adamım.

“Oruç sebebiyle sâkinim” dedim.

Dünya istediğimiz gibi bir yer olmaktan çıktığında hakikatler değişmez. Yalanlar da.

M. İbnü’l Arabî acayip bir hikâye nakleder: Bir köylünün avlusuna çekirgeler iner. Başkaları çekirgeleri avlamak için gelirler. Köylü, onları elinde âletleriyle görünce “Ne var?” diye sorar. Onlar da latife tarzında “Senin komşuları avlamaya geldik” derler. Hâne sahibi “Madem ki onlar benim komşularımmış, yemin ederim ki onları avlamaya sizi bırakmam” der ve kılıcını çeker. ‘Komşu’ kelimesi hatırına bunu yapar.

“Bu hikâyeyi niye anlattın ki?” dedi adamım.

“Bu soruyu soracağın kişi ben değilim” demedim. Bir şey demedim. “İftar saati yaklaşıyor” dedim.

Anladı. Sonrası iyilik sağlık sahur.

Not: Meclis’te son anda yapılan değişiklikle zeytinlik alan konusunda uzlaşmaya varıldı. Emeği geçen bütün milletvekillerine teşekkür ederim.

Başkasına iftar

Hatırlayanlar olacaktır, özellikle 1995-2010 yılları arasında tuhaf bir ‘lüks otel iftarı’ uygulaması vardı. İftarın bu tür yerlerde yapılmasının adeta bir vecibe gibi addedildiği yıllar.

Sonra İslam coğrafyasının içine girdiği savruluşlar kıyımıza kadar gelip ‘görünür’ olduğu için mi, başka sosyal sebeplere binaen mi bu tutum yavaş yavaş bırakılıp, lüks otelin lüks iftarları eleştirilir, hatta ayıplanır hâle geldi.

Bugün sanıyorum her birimizin cep telefonlarına düşen STK çağrıları var: Dünyanın yoksul bölgelerindeki insanlarımız için çok cüz’i ücretler karşılığında bir akşam veya bütün Ramazan boyunca iftar yardımı yapma imkânı.

Ne güzel bir uygulama. Allah, bu iş için zaman harcayıp organize edenlerden ve mesai harcayanlardan razı olsun.

Biliyoruz ki aslında iyilik yapmaya muhtac olan ve bu anlamda fakir kişinin varlığına ihtiyaç duyan kişi, zengin olan kişidir.

Esasen hepimizin bir eksiği ve ihtiyacı mutlaka var. Hak, aklı başında muhtaçlardan eyleye.

Müfredat

(…) Fakat L. Cremin’in de dediği gibi Birleşik Devletler’de ne zaman bir devrime ihtiyaç duysak yeni bir müfredat ediniriz. (…) Elbette okulun kendisi de bir teknolojidir. Fakat çoğu teknolojiye benzemeyen, özel bir tar teknolojidir ve sürekli olarak incelenmekte, eleştirilmekte, ve değişikliğe tâbi tutulmaktadır. Okul, hataları düzeltme ve diğer sosyal kurumları şaşırtan ve felç eden problemlere hitap etme hususunda Amerika’nın en temel aracıdır.

Okulların, gençlerin eğitimine yönelik yapabileceği en büyük katkı, onlara yaptıkları çalışmalarda tutarlılık duygusu ve öğrendikleri şeylerin amacı, anlamı ve birbirleriyle ilişkili olduğu duygusunu vermektir. Modern seküler eğitim, Ginger Rogers, Norman Mailer ve daha binlerce ismi öğretmediği için değil ahlakî, sosyal ve entelektüel bir merkeze sahip olmadığı için başarısızdır. Müfredatın her tarafına nüfuz eden bir fikirler veya tavırlar kümesi mevcut değildir. Haddi zatında müfredat bir “çalışma rotası” bile değildir, sadece konuların anlamsız bir karışımıdır. Hatta müfredat, eğitimli bir insanı nelerin meydana getirdiğine dair bir görüş ortaya atmamaktadır. Diğer bir ifadeyle ideali teknokrattır; bir şeye bağlılığı ve kendine ait bir bakış açısı olmayan fakat pazarlanabilir bir çok meziyete sahip olan kişidir.

Elbette, kültürün neredeyse bütün tutarlılığını yitirdiği zamanlarda okulun tutarlılık sağlama kapasitesini abartmak yanlış olur. Teknik hâle getirilmiş ve âna odaklanmış bilgi çerçevesinde şekillenen eğitime inandırıcı olmasa dahi bir gerekçe bulmak kolay değildir. (…)

Neil Postman-Yeni Dünya Düzeni-Tercüme: Mustafa Emre Yılmaz-Paradigma Yay.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum