Almış başını gidiyor
Ne gidiyor? Dolar mı, yoksa dolar hakkında indi/çıktı goygoyu yapma hevesleri mi?
Yoksa Suudi Arabistan’ın bombaladığı Yemen topraklarında ölüp giden çocuklar mı?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor? Her yanda çın çın çalan kötülük korosunun zilleri mi, yoksa israfın, gösterişin allı pullu sirenli cafcaflı koflukları mı?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor? ÖSYM sınavlarında kırk bin adayın sıfır çekmesinin dumura uğrattığı zihinsel vakum mu, yoksa üniversiteyi de bitirmiş ama bir şey üretme isteğinden çok ben neden zengin değilim şımarıklığındaki genç atâlet mi?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor? Dijital içeriklerin bireyselleşip yaygınlaşmasıyla birlikte gelen başka türlü gerçekçilik mi, yoksa baş aşağı bir çöp kovasına dönüşen ve çıkış bulmakta zorlanan her an bayat konvansiyonel medya mı?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor? Sellere kapılmış köprüler, fındıklar, hayatlar, arabalar mı, yoksa yangınlarla kavrulan, kuraklığın giderek arttığı toprakların genişlemesi mi?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor? İnsanın ölüm karşısındaki ebedî çaresizlik duygusu mu, kesin ölüm gerçekliğine rağmen içine girilip debelenmeye başlanılan ve genellikle ancak ölüm ânında ayrılınabilen uğraşlar bütünü mü?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor? Çok boyutlu şarlatanlıklar mı, yoksa sadece güç kullanımına dayalı haksızlıklar toplamı mı?
Almış başını gidiyor.
Ne gidiyor?
Ne gidiyorsa gitsin. Sabahın bir sahibi var.
Edebiyat ve mimarî ilişkisi
Geçen bir mimar arkadaşın şöyle bir sorusuna rastladım: “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şaheseri ‘Beş Şehir’i okuyan kaç mimar vardır Türkiye’de? Peki M. Cemal Kuntay’ın ‘Üç İstanbul’unu? Ya da Ursula K. Guin’in ‘Mülksüzler’ini, Kafka’nın ‘Şato’sunu veya Thomas Mor’un ‘Ütopya’sını, İtalio Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’ini…”
Aslında bu listeye başta Ayn Rand’ın kült eseri ‘Hayatın Kaynağı’ başta olmak üzere çok sayıda yazar ve kitap ismi eklenebilir.
Fakat bütün mimarlar bu eserleri okusa da iş burada bitmiyor. Yerel yöneticiler, müteahhitler, imarla ilgili her kademedeki yetkili kişilerin de okur listesine dâhil edilmesi şart.
Yoksa işte çarpık şehirleşmedeki kötü veya çürük yapılara Allah korusun bir depreme kadar tahammül edilebilse bile, dere yataklarına filan fırsat bu fırsat deyip kondurulan binalar, gün gelir ne olur? Şimdi neyi görüyorsak o olur.
İlginç notlar
Merhaba, bir yerde yeni Millî Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’a ait olduğunu gördüğüm bazı notlar gördüm ve bana ilginç geldiği için sizinle de paylaşmak istedim:
“- İleride robotlardan dolayı çocuklarımız iş hayatına atılamayacaklar. İşten atılacaklar. O yüzden okullar robotların beceremeyeceği alanlara, yani temel insani özelliklerin geliştirilmesine yoğunlaşmalı.
- Eskiden şekeri sadece zenginler yermiş. Bu yüzden bazı insanlar ne kadar zengin olduklarını göstermek için dişlerini çürütürlermiş. Çürütemezlerse de siyaha boyarlarmış. Biz de bugün ne kadar başarılı olduğumuzu göstermek için çocuklarımızı çürütüyoruz.
- Karnenin sol tarafı talim, sağ tarafı terbiyedir. Sol tarafa yazılacak notlar için kurulan sistemleri, altyapıyı ve bürokrasiyi düşünün. Bir de sağ tarafı öğretmenlerin ne şekilde doldurduğunu düşünün. Sonra da terbiyeli çocuklar yetiştirme konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu...
- Eğitim emzirmektir. Yani şefkat, temas ve paylaşım olmadan eğitim olmaz. Şefkatsiz bir emzirme düşünebilir misiniz?
- Doktorun elinde bir ilaç varsa, ona uygun bir hastalık bulur. Ölçme değerlendirme sistemlerini bir de bu açıdan değerlendirmek lazım. Sayılara işkence yaparsanız, size istediğinizi vereceklerdir.
- Ortalamadan hızlı olmak, ortalamadan zeki olmak anlamına gelmez. Çocuklar sınavlarda bir veya iki dakikalık sürelerle puan kaybediyorlar. Ama gerçek hayatta öyle problemler var ki, bir ömür sürüyor. Birkaç dakika süren problemlere de genelde ihtiyaç molası deniyor.
- Eğitim ihraç edilebilir ama ithal edilemez. Kes yapıştır bir sistemle medeniyet tasavvuru mümkün değildir.
- Bir kere başarısız olmak her şeyin sonu değildir. Ehliyetinizde kaçıncı seferde aldığınız yazıyor mu?
- Bazı öğretmenler iklim oluşturur. Bazıları da sadece hava durumu sunar. Bu iki öğretmen tipi mutlaka ayrı değerlendirilmeli ve kıymetlendirilmeli.
- Öğretmen yetiştirmeyi üniversiteye havale ettik. Üniversiteler otuz yıldır iyi öğretmen yetiştiremiyor.
- Araçları amaç kıldık; sınav kazanmayı sistemin ana gayesine dönüştürdük. ÖSYM bir dakikada soru çözebilenleri başarılı, iki dakikada çözebilenleri başarısız diye etiketlerken, aslında milyonlarca çocuğumuzun kendine olan güvenini yok eden bir kuruma dönüştü. Türkiye’de başarısız olarak etiketlenen onbinlerce çocuğumuz dünyanın iyi üniversitelerinde pekala üstün başarılar ortaya koydular.
- İyi yapamadığımız şeyleri daha çok yapmaya çalıştık. Hiç kimsenin İngilizce öğrenemediği bir sistemi onbinlerce yeni öğretmen atayarak devam ettirdik.
- Öğretmen kalitesiyle uğraşmak yerine, bilgisayar alımı, sınav sayısını artırma, öğretmene sınav koyma gibi gereksiz işlere yöneldik.”
Merve Sâkin Başlıkçı