Aliya
Yağmurlu bir gündü.
İliklerime kadar ıslanmıştım hepsi simsiyah olan giysilerimin, ayakkabımın ve çorabımın içinde.
Çok güzel bir Türk şehrinin içindeydim.
Şehrin içinden bir nehir akıyordu. O gün sanki biraz ağır akıyordu.
O câmi, o çeşme, o çarşı ve o insanlar.
İnsanların vakur ve hüzünlü duruşu.
Bilirsiniz işte bir cenaze evindeki havayı. Şehir dev bir cenaze evi gibiydi. Ama ne bir taşkınlık, ne bir rahatsız edici ayrıntı yoktu hiç bir yerde. Meleklerin kanat seslerini duyuyor gibi bir algı içinde olduğumu bile söyleyebilirdim.
Öğle namazından sonra şehrin her yeri câminin avlusu olmuştu. Cenaze namazı şehrin her yerinde kılınıyordu. O içli içli inen yağmur hiç durmadan sürerken bazı ağaçlardan kopan bazı sarı yapraklar cenaze namazı kılanların üstüne düşüyor öylece kalıyordu.
Beyazlar giymiş genç kızların ve delikanlıların söylediği unutulmaz güzellikteki ilahiler şehrin her yerinde yankılanmaya başladığında sevgili Aliya’nın cenazesi şehrin içinde elden ele mezarlığa doğru yüzbinlerce kişinin duası ile gitmeye başladı.
O ne bitimsiz yolculuktu öyle.
Bir akşam vakti hiç iyi değilken, Sevgili Dostum Hakan beni aramıştı: “ Konya’da Aliya ile beraberiz, kendisine bir şey söylemek ister misin?” Dua istemiştim. Ve o güzel adam bu isteğimi geri çevirmemişti.
O gün Saraybosna’da onun için dua ederken ne çok şey düşündüğümü hatırlıyorum.
Bir daha görmedim Saraybosna’yı.
Aliya orada.
Bize bambaşka bir dünyanın da mümkün olacağını yazdıklarıyla/ yaptıklarıyla söyledi, gösterdi ve gitti.
Altını çizdiği ne varsa hakikatin ta kendisiydi.
Yeniden hatırlamaya muhtac olduğumuz şeylerdi hepsi.
13 yıl geçmiş.
Ne zaman adı geçse dua ederim güzel, iyi, büyük ve sevgili dost Aliya için.
Rahmet sana.
Cennete selam Aliya.
Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım
“Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil. Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına. Bugünkü dünya ve bu liderlerle adil bir barış yapmak mümkün değil.”
“Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.”
“Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır (ve bütün hakikatler basittir): Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre…”
Aliya İzzetbegoviç
Merkezsizlik
Gençler dikkatlerini bilgisayar oyunları dışında herhangi bir şeye yoğunlaştıramıyor, ya da şöyle diyelim: Onların dikkatini çekmeye dönük sosyal, düşünsel bir alan kalmadı gibi. Tam böyle değil ama durum biraz bu. Her şeyden sıkılıyor, ancak zahmet edip bir şeye ‘katlanıyorlar.’
‘Merkezsizlik’ duygusu diyebileceğim bu durum önceden de var mıydı, yoksa niceliği mi arttı, emin değilim. Mesaj bombardımanının kendisi mesajı yok etti galiba. Aşırıya giden zıddına inkılab etti.
‘Her şeyden biraz’ yüzeyselliği bir şey bırakmadı. Bunu isteyen biz miydik, başkaları mı? ‘Herkesin herşeyi bildiği’ bir vasatta bir şeyin künhüne vâkıf kimseyi ilaç gibi arayıp bulamamak zor bir durum. Kaht-ı rical farklı düzeylerde şiddetle sürüyor.