Zehirci Başı
Zehirci Başı (Poisoner in Chief) Stephen Kinzer’in yeni kitabının ana başlığı. Alt başlığı ise Sidney Gottlieb ve CIA’nin Akıl Kontrol Araştırması (belki çabası olarak da tercüme edilebilir). Bildiğim kadarıyla henüz Türkçesi çıkmadı ama eminim en kısa sürede çıkacaktır. Çünkü kitap çok ilginç, akıl kontrol denemelerini, uyuşturucudan silah olarak yararlanma çalışmalarını, CIA’nin insanları ne denli acımasız ve umursamaz bir şekilde denek olarak kullandığını anlatıyor.
Yazarı da yabancısı olduğumuz biri değil. Kinzer, 1996-2000 yılları arasında New York Times’ın İstanbul büro şefiydi, önce 2001’de sonra 2010’da Türkiye hakkında kitap yazdı, ikincisinde ABD yönetimine Türkiye’nin yeniden kazanmasını öğütledi. Kendisi dünya çapında tanınan saygın bir gazeteci. Ülkesinin Latin Amerika’daki, Ortadoğu’daki politikalarına yönelttiği eleştirileriyle, tarihinin karanlık kesimlerini anlatan kitaplarıyla, New York Times’da, Guardian’da, Boston Globe’da ve daha pek çok yerde yazdığı yazılarıyla tanınıyor.
***
Yine de Kinzer’in, Naom Chomsky’nin eleştirilerinden nasibini aldığını, Nikaragua’dan yaptığı haberlerde dünyaya Beyaz Saray açısından bakmakla suçlandığını hatırlatmak gerek. Yazdığı her şeyin en doğrusu olmadığını, olamayabileceğini de. Zaten “Zehirci Başı” kitabını ilginç kılan yazarının kim olduğundan ziyade konusu, yazım tarzı, ele aldığı sorunu varsayımlarla ve sanal hipotezler yerine somut gerçeklerle, tanıklıklarla zenginleştirmesi. Kolaycılık yapıp komplo teorilerine yönelmemesi.
Kitaptan hem Amerika’nın tatsız tarihi ve dünya siyasetinin bilinmeyen yönleri, hem de gazeteciliğin, yazarlığın nasıl yapılması gerektiği hakkında dersler çıkartmak mümkün. Ama önce ana karakterinden, Sydney Gottlieb’den başlayalım. Gottlieb, 1919-1999 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir kimyager. Brox’da doğmuş, ilk öğrenimini orada tamamlamış, sonra da Wisconsin Üniversitesi’nde ziraat okumuş. Daha sonra da Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde biyokimya alanında doktorasını tamamlamış.
Gottlieb içine kapalı fakat yakın çevresinin sevdiği de bir insan. O ise en çok insan öldürmeyi seviyor. Bunu da ülkesi için yapıyor. Kinzer’in anlattığına göre ayakları doğuştan sorunlu, konuşması da öyle. CIA’ye girişi hocası Ira Baldwin vasıtasıyla gerçekleşmiş. İkinci Dünya savaşı sonrasında terk edilen Detrick hava üssünde kurulan gizli kampta Sovyetlere karşı kullanılacak biyolojik savaş yöntemlerini geliştirmek üzere çalışmaya başlamış.
Bu çalışmalara Yahudi soykırımına katılan doktorlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında katliamlara karışan Japon “uzmanlar” da katkıda bulunmuş. Bazıları Nürnberg’de kurulan Savaş Suçları mahkemesinde yargılanırken, en tecrübelileri ve en bilgilileri Amerikalılar tarafından kurtarılıp ülkeye getirilmiş. Belli ki bu durum kendisi de Yahudi olan Gottlieb’i pek rahatsız etmemiş.
Biyolojik savaş için kitle imha silahları üretme fikri ise Amerikalıların aklına daha 1941’de düşmüş. Winston Churchill de 1942’de Almanların kendilerine biyolojik silahlarla saldırabileceğinden korkarak ABD’den 500 bin şarbon mikrobu yüklü bomba talebinde bulunmuş. Talebinin karşılanması için gizli bir laboratuvarda 1945’e kadar bazı biyolojik silahlar üretilmiş. Dendiğine göre bu silahlar hiç kullanılmamış ama anlaşılan akıllardan da hiç çıkmamış.
Kitapta biyokimyasal savaş teknikleri üretme fikrinin zaman içinde nasıl akıl yönetme, insanları LSD dahil uyuşturucu maddeler kullanarak sorgulama tekniği yaratmaya dönüştüğünü, Gottlieb’in de 1953’de MKUltra diye bilinen projenin başına ne şekilde geçtiğini okuyoruz. Proje çerçevesinde CIA kendi ülkesinin vatandaşlarını dahi öldürmekten çekinmiyor, savaş esirlerini uluslararası bağıtlara aykırı bir şekilde farklı deneylerinde kobay olarak kullanıyor.
Kinzer, 1952 Ekim’inde Stanley Glickman isimli bir Amerikalı sanatçının Paris’te zehirlendiğini yazıyor, kobay olarak seçilmesinin sebebinin geçirdiği sarılık hastalığı olduğunu kanıtlara dayanarak anlatıyor. Glickman LSD’ye dayanıklılığı ölçülmek için seçiliyor ve sağlık durumu hakkındaki bilgi de Paris’teki Amerikan Hastanesi’nin kayıtlarından alınıyor. Kitapta başka hastanelerin de CIA tarafından kullanıldığını okuyoruz. New York’taki gizli evde yapılan “deneyler” de “yok artık” dedirtecek cinsten.
***
Zehirci Başı Sydney Gottlieb hakkındaki tek kaynak değil. Daha önce de pek çok şey yazılmış, hatta başında olduğu program Senato soruşturması bile geçirmiş. Ayrıca Gottlieb, 1960’lı yıllarda Amerika’nın Castro gibi düşmanlarını zehirlemek için de epey mesai harcamış. Ama sanırım Kinzer’in kitabı en akıcı şekilde yazılmış ve en kapsamlı olanı. Okuyucusunu nasıl olup da bunca eziyetin bunca insana çektirebildiğini düşünmeye teşvik edecek mahiyette. Sıradan gibi görünen kişilerin insanlığa inanılmaz kötülükler yapabildiğini gözümüzün içine sokmadan anlatıyor.
Umarım daha çok Amerikalı bu kitabı okur, daha fazla insan ülkesinin karanlık tarihinin idrakı içinde olur. Fakat aslında bu kitabı hepimizin okuması gerekiyor. Bir yandan insanlığın bir daha bu tür tehditlerle karşı karşıya kalmaması , diğer yandan da ABD başta olmak üzere büyük devletlerin ne kadar kirli, kötü ve kural dışı siyaset yapabildiğini görmek ve ülke olarak tedbir alabilmek için. Biliyorum bu pek hoş ve keyifle okunan bir Pazar yazısı olmadı ama dünya da her zaman hoş ve keyifli değil…
Kinzer, S. (2019) Poisoner in Chief: Sydney Gottlieb and the CIA search for mind control. New York: Henry Hold and Company.