Yirminci yılında 11 Eylül…
Amerika’nın ve sanırım dünyanın geri kalanının da gördüğü en büyük, en kapsamlı terör saldırısı 11 Eylül 2001’de gerçekleşti. Kaçırılan dört yolcu uçağından üçü hedeflerini vururken, dördüncüsü düştü ya da düşürüldü. 2 bin 977 kişi hayatını kaybetti, 25 binden fazla insan yaralandı. En az 10 milyar dolarlık zarar oluştu. Amerika büyük bir şok yaşadı. Çok kısa süre sonra ise saldırıların sorumlusu El Kaide’ye savaş açtı ve ona ev sahipliği yapan Afganistan’a müdahale etti.
Ardından da uydurulmuş delillere dayalı Irak müdahalesi geldi. Afganistan’da El Kaide bitirilemese de ciddi darbe vuruldu. Lideri yıllar sonra Pakistan’da yakalanıp infaz edildi. Irak’a zaten El Kaide için değil Saddam Hüseyin’i devirmek için girilmişti. Saddam Hüseyin devrildi, yakaladı, yargılandı ve idam edildi. Yirmi yıl sonra da Amerika Afganistan’dan çıktı. Yıl sonuna kadar Irak’tan da çıkacak. Ama ardında yıkılmış, yıpranmış iki ülke, dengeleri sarsılmış bir bölge bırakarak.
11 Eylül travması ve o dönemde işbaşında olan yönetimin dünyaya bakışı ülke içinde insan haklarının kısıtlanmasına, ülke dışında insancıl hukukun askıya alınmasına yol açtı. İstihbarat servisleri hayal dahi edemeyecekleri özgürlükler kazandı. İşkence ilke değil yöntem sorunu haline geldi. Dünya Amerika’yı uzunca bir süre Abu Ghraib ve Guantanamo ile birlikte andı. Buralarda gerçekleşen insanlık dışı işkencelere tepki duydu.
***
20 yılın muhasebesini kısa bir köşe yazısında yapmak imkansız. Fakat şurası gerçek ki 11 Eylül saldırıları dünya siyasetinde de, insanlık tarihinde de çok şeyi değiştirdi. Kurbanların kendileri ve aileleri başta olmak üzere insanlar o gün de, ondan sonraki yıllarda da çok acılar çekti. New York Times’ın yazdığına göre Dünya Ticaret Merkezi enkazından çıkartılan 22 bin vücut parçasının çoğunun kime ait olduğu hala teşhis edilemedi.
Yapılan müdahalelerde de binlerce masum insan hayatını kaybetti, evinden, işinden ve geçim kaynağından oldu. Dron saldırıları Afganistan’dan Yemen’e düğün, cenaze ayrımı gözetmedi. Kadınlar ve çocuklar kimi zaman askerlerin, kimi zaman özel güvenlik şirketi elemanlarının, en az onlar kadar da teröristlerin saldırılarına maruz kaldı. Dünyanın hemen her yerinde bombalar patladı.
Türkiye de El Kaide teröründen etkilendi. İstanbul’daki Birleşik Krallık Başkonsolosluğu’na, Bet Israel ve Neva Şalom Sinagoglarına, HSBC merkezine 2003 Kasım’ında yapılan saldırılarda 57 kişi öldü, 750’den fazla insan da yaralandı. Madrid, Londra, Jakarta, Amman, Kazablanka ve daha pek çok şehir patlayan bombalarla sarsıldı. El Kaide küresel bir terör örgütü olduğunu tüm dünyaya ispatladı.
11 Eylül saldırılarının gerekçesi Filistin, Keşmir, Moro, Amerikalıların kutsal topraklara girmesi gibi somut sorunlardı. Ancak El Kaide liderliği bu sorunların çözülmesi için hiçbir çaba sarf etmedi. Tam tersine sorunların varlığı sayesinde İslam ülkeleri ve halkalarıyla Amerika’nın, Avrupa’nın arasına daha büyük mesafe koymak, mümkünse iki inancı, anlayışı birbiriyle çatıştırmak için çalıştı. Bazı araştırmacılara göre 11 Eylül tarihi bile tesadüfen seçilmemişti.
Osmanlı ordusu tam da 11 Eylül 1683’de Viyana önlerinden Polonya Kralı Sobieski’nin saldırısıyla gerilemeye başlamıştı. Ayrıca Huntington’un medeniyet bazlı anlatısı ve 11 Eylül sonrası kesinleşen Müslüman fobisi ve düşmanlığı da inanç temelli kutuplaşmayı derinleştirdi. Amerika’da Müslümanlar uzunca bir süre ayrımcılığa ve ırkçı saldırılara maruz kaldı. Başı türbanlı Sihler bile bu saldırılardan nasibini aldı.
Neyse ki El Kaide’nin beklediği olmadı, medeniyetler çatışmadı. Önce İran tarafından dillendirilen bir düşünce üstünden İspanya ile birlikte geliştirilen Medeniyetler İttifakı projesi hayata geçirildi. Dünyanın belli başlı liderleri bir araya getirilerek, gerçekleşmesi zor dahi olsa planlar, programlar üretilerek din farkı olmaksızın birlikteliğin mümkün olduğu mesajı verildi.
***
Türkiye’nin NATO üyeliği, Afganistan’da muharip olmayan ama önemli olan görevler üstlenmesi de medeniyetler bazlı çatışma olasılığını, gerilim ihtimaline azalttı. Türkiye ayrıca terörün kaynağı olarak görülen demokrasiler savaşmaz tezinin bir yorumu üstüne oturan demokratikleşme projelerinin de içinde yer aldı. Toplantılar düzenledi, projeler yaptı. ABD’nin Irak’a gereksiz ve anlamsız müdahalesine ise karşı çıktı.
Amerika da Türkiye’ye bazen tepki gösterdi, bazen de demokrasisi ve demografisiyle başkaları için emsal kabul etti. Büyük ölçüde AK Parti iktidarına tekabül eden bu dönemde ilişkiler ilk on yılda dalgalı, ikinci on yılda fırtınalı bir seyir izledi. Fakat bu dalgaların, fırtınaların çok azı 11 Eylül’e ilişkindi. Türkiye Amerika’nın El Kaide, IŞİD ve aslında her türlü terör örgütüne karşı verdiği mücadeleyi askeri, siyasi ve istihbarı olarak destekledi.
Özetlerle söylersek 20 yıl önce ölümü göze almış uçak korsanlarının saldırılarıyla başlayan bu dönem tepkiler ve müdahalelerle sürdü. Askerler çekilse de henüz tam olarak bitmedi. Taliban geri döndü, El Kaide de döner mi bilinmez. Bildiğimiz bir terör örgütüyle mücadele ederken diğerlerinin yaratıldığı, bazılarının da araçsallaştırılarak kullanıldığı, teröre lanet okunurken terörizmin kapsamlı bir tanımının dahi yapılamadığı…