Unuttuğumuz Kıbrıs…
Türkiye 15 Temmuz’da iki travma birden yaşadı. İlki darbe girişimi, ikincisiyse darbe girişimi karşısında müttefiklerinin takındığı tutum yüzündendi. İlkinin oluşturduğu yaralar sarılmaya başlandı. Türkiye giderek normalleşiyor. Ama ikincisi toplumsal hafızamızda pek silineceğe benzemiyor. AB ve ABD’nin darbe sırasında ve hemen sonrasında gösterdiği tepkiler eminim ki akademik çalışmalara ve ders kitaplarına da yansıyacaktır.
Ancak artık Batı’nın Türkiye’yi anladığı, en azından anlamaya başladığı yolunda sinyaller alıyoruz. Pazartesi günkü Hürriyet’te çıkan James Jeffrey mülakatında gördüğümüz gibi bazı kanaat önderleri Türkiye’yi daha adil bir şekilde değerlendiriyor. Ayrıca dayanışma ziyaret ve açıklamalarında da kayda değer bir sıçrama var. Gelecek hafta gerçekleşecek Biden ziyaretinin de önemi büyük.
Bunda Demokrasi Nöbetlerinin, Yenikapı mitingindeki coşkunun, muhalefet partileriyle sürdürülen işbirliğinin, toplumsal tansiyonu azaltmak için atılan adımların katkısı olduğuna şüphe yok. St. Petersburg buluşmasının da Türkiye’yi kaybetme tartışmasını tetiklediğini söyleyebiliriz.
***
Mülteci meselesiyse AB’nin Türkiye’ye bakışını olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkiliyor. Çıkması muhtemel krizi iyi yönetebilirsek, farklı AB ülkeleri ve partileri arasındaki görüş farklılıklarından yararlanabilirsek, mülteci-vize serbestisi dengesi üstünden AB ile bambaşka bir işbirliği modeli geliştirebiliriz.
Doğal olarak Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve insan haklarına ilişkin uluslararası bağıtlara olan bağlılığın tescili AB ve hatta ABD için önkoşul. Ama ben o önkoşulu zaten onlar için değil kendimiz için sağlayacağımızı varsayıyorum. Elimizdeki imkanları doğru kullanabilirsek AB ve ABD ile sorunlarımızı çözebileceğimize, onlardan istediklerimizi alabileceğimize inanıyorum.
Türkiye’nin elinde önemli imkanlar var. Bunlardan biri de çözümüne 2003’ten bu yana destek verdiğimiz Kıbrıs sorunu. Eğer aynı ilkeli tavrı sürdürürsek (ki sürdürüyoruz), Rum tarafı Türkiye’nin gücünün ve etkisinin zaafa uğradığını düşünüp maksimalist taleplerini ön plana çıkartmazsa, adada devam eden müzakerelerin her iki tarafça da kabul edilebilir bir planla sonuçlandırılması ve AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir sıçrama yaşanması mümkün.
Hiç şüpheniz olmasın ki gerek AB içinde, gerek AB dışında bu sorunun çözülmesini istemeyecek pek çok aktör olacaktır. Fakat KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile GKRY (biz kabul etmesek de resmi adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti) Cumhurbaşkanı Anastasiades arasındaki sinerji, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının varlığı ve Türkiye geçişi alternatifiyle birleşince çözüm yanlılarının eli güçlenecektir.
Ancak müzakere sürecinin kendisinin de çok zor olduğunu, özellikle de Türk tarafının 2004 yılındaki referandumda kabul ettiği Annan Planı’nı dahi bir daha kabul etmeyebileceğini görmemiz gerek. 2004’ün itici gücü artık yok. Çoğu Kıbrıslı Türk için AB üyesi olmak eskisi kadar cazip değil. 1974’ten bu yana elde ettikleri kazanımlarını korumak, esenlik ve güvenlik içinde yaşamak istiyorlar.
***
Bu yıl Mart ayında iki meslektaşımla birlikte adada yaptığımız derinlemesine mülakatlarda da gördüğümüz gibi Türkler Türkiye’nin etkin güvenlik garantileri konusunda hassaslar. Ayrıca Güzelyurt gibi muhtemel harita ayarlamalarının yapılacağı yerlerdeki insanlar karşılığında ne alacaklarını bilmek istiyorlar. Hiç kimse “çözüm olsun da ben ne olursam olayım” demiyor.
Rum tarafı bu durumun bir ölçüde farkında. Ama onların da kendi halkına çözümü kabul ettirebilmek için taleplerinden vazgeçmeleri zor. Mülkiyet konusunda birtakım yaratıcı çözümlerin üstünde çalışılıyor. Fakat bunun halka anlatılabilmesi için uluslararası toplumun elini cebine atması, Kıbrıs sorununun çözümüne ciddi kaynak ayırması gerekiyor.
Kıbrıs çözülebilirse dünyada bir ilk gerçekleşecek, iki farklı etnik kökenden ve iki farklı inanıştan gelen halk bir arada yaşama iradesi gösterecek. Bunu bir medeniyetler buluşması projesi olarak da düşünmek mümkün. Çözüm Türkiye’ye de, AB’ye de, Kıbrıslılara da yarar sağlayacak. Ancak bunun dünyaya anlatılması, diplomasinin ve sivil inisiyatiflerin imkanlarının kullanılması şart…