Uluslararası krizler ve Türkiye...
Kriz hayatın hemen her alanında tanımlanması zor bir kavram. Birine göre kriz denebilecek bir olay diğerine göre siyasetin normal akışı olabilir. Biri ekonominin krizde olduğunu söylerken diğeri her şeyin yolunda gittiğini iddia edebilir. Birine göre sinir krizi diye tanımlanan bir gerginlik hali diğerine göre kaprislerin dışa vurumu olarak adlandırılabilir. Tanım zorluğunun en az olduğu alan muhtemelen sağlık. Kalp krizi geçiriyorsanız kalp krizi geçiriyorsunuzdur. Doktorlar adına miyokard enfarktüs diyebilirler ama kast ettikleri şey hayatınızı sonlandırabilecek bir krizidir.
Devletlerarası ilişkilerde aslında sağlığa benzer. Kriz sonucu savaşa, yıkıma, belki yok oluşa yol açabilecek olan duruma atıfta bulunur. Ancak her kriz savaşa yol açmadığı için tanımlanmasında, anlamlandırılmasında zorluk çekilir. Yıllardır yapılan akademik tartışmalara, yazılan yüzlerce kitaba ve binlerce makaleye rağmen krizin üstünde mutabakata varılmış bir tanımı yoktur. Yine de araştırmacılar krizlerin bakınca anlaşılabilecek ortak özelliklerini ortaya koymuştur.
Kriz dendiğinde olağanüstü bir durumun yaşandığı, devletlerin birbirini tehdit ettiği, güç kullanımına hazırlık yapıldığı, karar verme sürelerinin daraldığı anlar anlaşılır. Karar verme konumunda olanlar hareketlenir, diğer sorunlar ve konular yerine ağırlık krizi ortaya çıkartan nedene verilir. Örgüt teorisi üstüne çalışanlar, alanın uzmanlarından Ole Holsti’nin belirttiği gibi, krizler sırasında daha rasyonel kararlar verildiğini, çünkü varoluşun, temel değerlerin tehdit edildiğini söylerler.
* * *
Onlara göre krizler diğer tüm konuların arka plana itilmesine ve kararların mümkün olan en rasyonel şekilde verilmesine yol açar. Bu tür süreçlerde en çok bastıran, ağırlığını en fazla koyan, çatışmadan kaçınmayacağını en açık biçimde gösteren genellikle kazanır. Çözmek istediği sorunu uçurumun kenarına getirir, karşısındakinin de tırmanmadan zararlı çıkacağını gösterir. Bir de istediğinin savaşmak, çatışmak değil çıkarlarını korumak için uzlaşmak olduğunu ifade edebilirse krizden kazançlı çıkabileceği bir çıkış yolu bulur.
Bu yüzden de krizlerin sorunlar kadar fırsatlar yarattığı, normal şartlar altında düşünülmeyen çözüm önerilerinin ya da yöntemlerinin masaya yatırılmasına yardımcı olduğu söylenir. Yine bu yüzden kriz yönetimi diye bir alan ortaya çıkmış, krizlerin en akılcı şekilde nasıl yönetilebileceği, muhatapların hangi koşullarda ne gibi reaksiyonlar göstereceği oyun teorileriyle, psikoanalitik yöntemlerle anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılmıştır. Öğretide vaka analizlerinden biyografik çözümlemeye uzanan büyük bir literatür oluşmuştur.
Türkiye’nin bu literatürden ne denli faydalandığını bilmiyorum ama görebildiğim kadarıyla kriz yönetiminde kötü değiliz. Sorunları tırmandırıp uçurumun kenarında pazarlık etmeyi iyi biliyoruz. Sorunlar çözülmese, istediğimiz her şeyi elde edemesek bile genellikle kriz çıkartılan konunun başlangıç noktasıyla sonucu arasında fark bulunuyor, Türkiye istediği pek çok şeyi muhataplarına kabul ettirebiliyor. Bunun Suriye’de, Ege’de de yaşadık. Şimdi de Akdeniz’de yaşıyoruz.
Belli ki “brinkmanship” işe yarıyor. Uluslararası toplantı çağrısı karşılık bulabiliyor, üçüncü taraflar krizin daha fazla büyümesini, bölgesel nitelik kazanması önlemek için Türkiye’nin beklentilerine yakın bir şekilde müdahale ediyor. Buna askeri gücün, coğrafi konumun, siyasi açıdan kararlı duruşun ve eldeki mülteciler gibi kozların katkıda bulunduğuna şüphe yok. Ayrıca haksız olduğumuzun söylenmesinin çok zor olduğu alanlardan bahsediyoruz. Her seferinde de alternatif bir çözüm yöntemi öneriyoruz.
Fakat bunun sürdürülebilir bir siyaset yapma biçimi olmadığını görmemiz gerek. Unutmayalım ki kriz yönetimi istisnai anlar ve olaylar için kullanılması gereken bir enstrüman. Bütün sorunlarımızı krizler vasıtasıyla çözmemiz mümkün değil. Bir süre sonra muhataplar oynanan oyunu görebilir, şifrelerini çözebilir, daha da kötüsü çözdüğünü zannederek esasında kendilerinin de arzulamadığı çatışmaların çıkmasına, varmak istediğimiz hedeften uzaklaşmamıza, krizden zarar görmemize neden olabilirler.
Bizim alanın öncü ve önemli isimlerinden biri olan, olayları sayısallaştırarak anlamlandırmayı seven Quincy Wright yıllar önce yaptığı bir çalışmada krizlerin sıklığı ile savaşın çıkma ihtimali arasında korelasyon olduğunu ortaya koymuştu. Ona göre teker teker krizlerin savaş çıkartma olasılığı çok düşük olsa bile sayının artması savaşa yol açma ihtimalini matematiksel olarak yükseltmekeydi. Wright’ı kendi zamanında da sonrasında da eleştirenler çok oldu. Onun krizleri tabula rasa olarak aldığını, oysa devletlerin krizleri yönetmeyi öğrendiğini söylediler.
* * *
Fakat öğrenmenin her zaman iyi bir şey olmayabileceğini pek düşünmek istemediler. Bana öyle geliyor ki krizlerin savaşa yol açmasa bile yıpratıcı olduğunu, her tırmanmanın taraflardan bir şeyler götürdüğünü, yan zararları arttırdığını, bir sorun çözülürken, bir alandaki menfaatler korunurken diğer alanlardakilere zarar verildiğini akılda tutmakta yarar var. Etki yaratmak için üretilen sertlik en azından imajınıza zarar veriyor, aldığınız her tedbir karşı tedbirlerin alınmasına yol açıyor. Ekonominiz hırpalanıyor.
Üstelik iç politikada yarattığı fayda da sıklığıyla doğru orantılı bir erozyon yaşıyor. Şüphelerin pekişmesine, iktidara olan güvenin azalmasına neden oluyor. Dolayısıyla kriz yönetimi sağladığı tüm yarara karşın istisnai bir “diplomatik enstrüman” olarak kalmak zorunda. Önceliğimizi askeri gücümüz kadar etkimizi, dünyadaki özgül ağırlığımızı arttırmaya, başkalarının bizi dinlemelerini sağlayacak ortam ve enstrümanları yaratmaya vermeliyiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nun açılışı sırasında söyledikleri bu anlamda umut vericiydi.
Cumhurbaşkanı geçmişe kıyasla çok daha yapıcı, çok daha uzlaşmacı bir konuşma yaptı. Umarım insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi gibi alanlarda da umut verici gelişmeler yaşanır da sesimizi dünyaya bağırmadan, güç kullanma tehdidinde bulunmak zorunda kalmadan duyurmak, sorunlarımızı krizsiz yönetmek imkanına kavuşuruz. Geçtiğimiz haftayı düşündüğümüzde bunu tahayyül etmek zor ama yine de denemek gerek. İyi ve olabildiğince huzurlu bir tatil günü dileğiyle...