Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yeni bir döneme doğru…
Türkiye-Yunanistan (ya da isterseniz Türk-Yunan diyelim) ilişkileri hemen her zaman sorunlu oldu. Önce biz onların aleyhine genişledik, 1453’de İstanbul’u, 1460’da Mora’yı, 1461’de Trabzon’u, 1522’de Rodos’u, 1571’de Kıbrıs’ı aldık. Onlar da 1821’den ilan ettikleri bağımsızlıktan sonra genişlemeye başladılar, kurdukları ittifaklarla Balkan Savaşları’nda ve çıkardıkları isyanlarla imparatorluk Türkiye’sinden önemli toprak ve adaları almayı başardılar.
1922 yılında Anadolu’nun ortalarına kadar ilerlemişlerdi, aynı yılın Eylül ayında ağır bir yenilgiye uğrayıp geri dönmek zorunda kaldılar. 1950’li yıllarda Kıbrıs üstünden genişlemelerini sürdürmek istediler. Orada da dönüm noktası 20 Temmuz 1974 oldu. Daha sonra deniz alanları konusu gündeme geldi. 1970’li yıllardan bu yana Ege’de, on küsur yıldır da Akdeniz’de genişlemeye çalışıyorlar.
Türkiye biraz hukuk ama en çok da asimetrik askeri gücüyle Yunanistan’ı dengeliyor, kendi çıkarları aleyhine genişlemesini durdurmak için caydırıcı tedbirler alıyor. Gerilimler bazen kriz, bazen de savaşı andırır durumlara ulaşsa da yaklaşık 100 yıldır ciddiye alınabilecek bir çatışma yaşanmadı. Her iki taraf da uçaklar ve pilotlar kaybetti, savaş gemileri ve sahil güvenlik botları çarpıştı ama tırmanma genellikle üçüncü tarafların müdahalesiyle durduruldu.
***
Deprem gibi doğal afetler, Abdullah Öcalan’ın Nairobi’deki Yunanistan büyük elçisinin rezidansında olduğunun anlaşılması gibi diplomatik mahcubiyet doğuran gelişmeler, kimi zaman da kişilik uyuşmaları, duygusal yakınlaşmalar, hepsinden önemlisi de algılanan ortak dış tehditler iki ülke ilişkilerindeki sorunların yönetilmesine yardımcı oldu. Türkiye’ye tanınan AB üyelik perspektifi de ilişkilerde bir dönem ferahlama sağladı.
Diğer yandan iki ülke arasında imzalanan hiçbir anlaşma, yapılan hiçbir ziyaret, gerçekleştirilen hiçbir üçüncü taraf müdahalesi sorunların bitmesine yol açmadı. Dönem dönem sorunlar yerine işbirliği potansiyeli konuşuldu, boru hatları bile inşa edildi. İki ülke diplomatları 60’dan fazla arama toplantısında buluştu, çözüm senaryoları üstünde çalıştı. Karşılıklı üst düzey ziyaretler de oldu. Fakat ne yazık ki sorunların hiç biri çözülemedi.
Türkiye başka sorunlarının etkisiyle askeri teknolojiye yatırım yaptı. Güç kullanımına ve özellikle de Ege söz konusu olduğunda güç kullanma tehdidine başvurdu. Yunanistan ise işbirliklerini derinleştirmeye, yeni ittifaklar oluşturmaya önem verdi. Önce AB dedi, sonra Mısır, İsrail ve GKRY ile birlikte siyasi ağırlığı, ekonomik potansiyeli olan işbirlikleri geliştirdi. Şimdi de Fransa ve Amerika ile özel ilişkiler kuruyor, kurguluyor.
Yunanistan Başbakanı Kriakos Miçotakis geçen hafta Elysee Sarayı’nda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la buluştu ve iki ülke arasında güçlü sayılabilecek bir savunma işbirliği anlaşmasına imza attı. Dünyaya hem Rafale jetlerinden ve Belharra sınıfı firkateynlerden alacağını, hem de başı sıkışırsa yardımına Fransa’nın koşacağını ilan etti. Perşembe günü de Washington’da Dışişleri Bakanı Nikos Dandias Amerikalı muadili bir başka güvenlik anlaşması imzalayacak.
Bu anlaşmayla ABD Dedeağaç ve Girit’teki askeri varlığını güçlendirecek, Yunanistan Türkiye’den gelebilecek bir tehdide karşı kendini daha rahat hissedecek. Türkiye içinse güç kullanma, hatta güç tehdidi imasında bulunarak siyaset yapma devri kapanacak. Daha da önemlisi Yunanistan Türkiye’yi jeopolitik açıdan ikame edecek. Türkiye Amerika ile olan ilişkilerinde coğrafi konumunu ve lojistik imkanlarını giderek daha az kullanılabilir bir hale gelecek.
***
Kabul etsek de etmesek de Yunanistan Türkiye karşısında kurduğu ittifaklarla güçlü hale geldi, daha doğrusu Türkiye’nin elindeki en önemli kozu, asimetrik askeri gücünü büyük ölçüde nötralize etti. Bunda bizim hatalarımızın payı büyük. Dünyadaki Türkiye algısının yaşadığı erozyondan güç kullanmada bonkör davranmaya, meşru hak ve taleplerimizi doğru terminolojiyle anlatamamaya kadar gözden geçirmemiz gereken çok şey var.
Asıl gözden geçirmemiz gerekense yalnızlığımız. Kırmamız ve nerelerde hata yaptığımızın samimi bir muhasebesini gerçekleştirmemiz şart. Sorunlar envanterimizi de küçültmek için çaba harcamak zorundayız. İçeride de dışarıda da yönetemeyeceğimiz kadar çok soruna tarafız ve bunları teker teker yönetsek de çarpan etkisi yaratmalarını önleyemiyoruz. Ermenistan, Mısır, İsrail ve hatta Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi dahi bizi rahatlatır.
Yine de hiç biri Yunanistan’la olan sorunların çözümüne ve yönetimine yardımcı olmaz. Bizim Kıbrıs’ta da, Akdeniz’de de, Ege’de de diplomatik inisiyatif almamız, tıkanıklığı aşacak formüller geliştirmemiz gerekiyor. Fransa ve Amerika’yı Yunanistan’dan, Yunanistan’ı yakında belki ordusu da olacak AB’den çıkartamayız ama her üç ülkeyle de yakınlaşmanın yollarını arayabiliriz. İnsani hamleler yapabiliriz. Mesela Heybeliada Ruhban Okulu’nu açabiliriz, hukukun üstünlüğünü kendimiz için sağlayabilir, AİHM kararlarına uyabiliriz…