Telafisi olmayan şeyler üstüne bir roman…
Yaşadığımız pek çok şeyin telafisi yok. Olan olduğuyla kalıyor. Bazen yaptığımızı unutuyoruz, bazen de Zeynep Göğüş’ün üçüncü romanındaki Handan gibi yaptığımız bir şeyin yükünü hayatımız boyunca taşıyoruz. Handan’ı anlatan Murat unutmanın bir sanat olduğunu söylüyor ama aynı zamanda hatırlamanın faziletinden de bahsediyor. “Hatırlamak yaratıcı bir eylemdir” diyor ve “gerçekleri çarpıttığından mı yoksa yeni bir gerçeklik yarattığından mı” sorusuyla bitiriyor içinde var olduğu kitabı
Birkaç sayfa öncesindeyse muhtemelen yaratıcısının, yani yazarının da hissettiklerini paylaşarak sessizliği yazarak delebileceğini düşündüğünü vurguluyor. “İlle de nesnel olmak gerekmiyordu, hayallere ihtiyacım vardı. Beynimin eşya deposunda ne var ne yok saçtım ortaya. Başkalarının hikayelerini anlatırken arkasında saklandığım bir paravan gibi kullandım onları” diye itirafta bulunuyor onu ve yazarını anlamak isteyebilecek okuyucularına.
***
Murat’ın anlattığı hikaye Brüksel’de bir bit pazarında başlıyor. Merkezinde biyografisini yazdığı Oğuz Bey ve onun gizemli sırrı, daha doğrusu sırları var. Önce torunun bir kazada öldüğünü öğreniyoruz Murat’ın ısrarlı çabaları sayesinde. Sonra karısı Sitare’nin aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçırılan Polonyalı Ester olduğunu okuyoruz. Çok sonraları da torunun nasıl öldüğünü kitaba adını veren kelimeler kızı Handan’ın ağzından dökülürken anlıyoruz.
Zeynep Göğüş’ün anlattığı hikaye ise Murat’a anlattırdıklarının ötesinde. Bize galiba en çok kendisi gibi gazeteci olan Murat ve onun eş zamanlı sevgilileri olan iki güçlü kadın aracılığıyla hayatı nasıl gördüğünü aktarıyor. Ne tek doğrusu var, ne de kolay cevapları. Sadece ipuçları veriyor. Ayrıca 286 sayfalık kitabının içine sanat, edebiyat, tarih ve siyaset de sığdırıyor. Ancak kitap hiç bir yerinde didaktikleşmiyor, anlatıcıları müstakbel okuyucularına bilmişlik taslamıyor.
Boudelaire ya da Azra Erhat’tan bahsedilmesinden, Joyce’un Nora’ya Mektupları’ndan söz edilmesinden rahatsızlık duymuyorsunuz. Nietzsche, Rilke, Salome karekterler arasında sırıtmıyor. Sevgilisi Anais’le çıktığı şatolar turunda Murat Handan’ı düşünürken Talleyrand’ı anlatması batmıyor. Evlerdeki eşyaların kökenlerinden söz etmesi Antep tarihi kadar doğal geliyor. Neredeyse her paragrafa sızan bilgiler akışı zorlamıyor.
Zeynep Göğüş okuyucusunu sayfalarına sarmalayıp en iyi bildiği yerlere götürüyor, onları edebi bir lezzet yolculuğuna çıkartıyor. Kendinizi bir anda Au Vieux Saint Martin’de ya da tam karşısındaki Wittamer’de bulabiliyorsunuz. Sablon aklınızda canlanıyor. İlkinin kapısının önündeki kırmızı sandalyelerde oturup bir şeyler içtiğiniz günleri, içinde üzüm de olan egzotik atıştırmalıkları, kahramanı Murat ‘steak tartar’ sevse de tavada kızarmış dil balığını özlüyorsunuz.
İkincisinde ise içtiğiniz kahve ile birlikte yediğiniz birbirinden ilginç pastaları, tatlıları. Sonra da İmam Çağdaş’a ve Zeynep’in Murat’a anlattırdığı diğer yerlere geliyor sıra. Satır aralarında müzeleri, sergileri dolaşıyor, Jeu de Balle’de alışveriş yapıyor, Grand Place’da Balzac’ı, Dumas’yı, Rimbaud’u anıyorsunuz. Romanda Ten Ten de var, Endülüslü İbni Tufeyl de, Wilson Prensipleri de, Foucault’dan etkilenen Magritte de. Ama hepsi yerli yerinde.
Zaten bu yüzden “Yok Çünkü Telafisi” ilk sayfalarından itibaren kurgusu, anlatısı ve aktardıklarıyla sürükleyip götürüyor. Protagonisti erkek olmasına rağmen yazarının kadın olduğu hemen belli oluyor. İlişkileri biçimleri yüzünden yargılamıyor, duyguları toplumsallık adına mahkum etmiyor. En iyi taraflarından biri de kitabın kalabalık olmaması, bizi ve anlatıyı karakter tanımlamalarıyla boğmaması. Karakterlerini okuyucuya empoze etmemesi, birini diğerine karşı tercih etmeye zorlamaması.
Roman ana ekseninde Oğuz Bey olmasına rağmen Handan üstünden kurgulanmış. Murat’ın Handan’a aşık olması sağlanmış. Yine de Handan’ın belirleyici olduğunu söylemek zor. Murat’ı ve okuyucuyu aklından çok hüznüyle ve belli ki güzelliğiyle cezbediyor. Anne Sitare Hanım anlatıyı zenginleştiren, romana tarihi derinlik katan bir işleve sahip. Yazar onu çok konuşturmuyor, başkalarının anlatısı üstünden tanıtmayı tercih ediyor.
***
Murat’ın İ̇stanbul’da yaşayan sevgilisi Ayşin ise renkli bir kişilik. Baskın ancak belirleyici değil. Murat’ın hayatında hem var hem yok. Brüksel’deki muhabir arkadaşları Leyla ve Ruhi de romana ayrı bir zenginlik ve aynı zamanda gerçeklik katmış. Bana sanırım en çok Murat’ın diğer sevgilisi Anais yakın geldi. Onun hayata bakışını, kitap içindeki duruşunu sevdim. Zaten yazarı da galiba Anais’i biraz kayırmış. Ona daha fazla hayat vermiş, tercih hakkı tanımış.
Vaktiniz varsa, daha iyi bir planınız yoksa bırakın Zeynep Göğüş sizi bugün güzel, heyecanlı ve duyarlı bir yolculuğa çıkartsın. Halep’e, Antep’e götürsün, Brüksel’in sokaklarını ve parklarını dolaştırsın. Fransa’da şatolarda misafir etsin. Diliyle, kurgusuyla ve yerli yerine oturan karakterleriyle 20 küsur yıllık arkadaşı olan beni şaşırttığı gibi sizleri de şaşırtsın. Duygularınızı yakalasın, betimlemeleriyle sarssın. Oğuz Beyin sırrına ulaşmanızı, onu romanının kahramanı Murat’tan daha iyi tanımanızı sağlasın. İyi, huzurlu ve bol okumalı bir Pazar günü dileğiyle …