Seçime üç kala biz ve dünya
Pazar günü gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine bugünü saymazsanız üç gün kaldı. Pazartesi günü TBMM’nin yeni kompozisyonu ve muhtemelen cumhurbaşkanın kim olacağı belirlenmiş olacak. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalma ihtimali de tabii ki var. Ancak iki ittifak da kendinden emin ve sonucun adaylarının kazanmasıyla tecelli edeceğine inanıyor, daha doğrusu bizlerin inanmasını istiyor.
Benim inanmak istediğim ise seçimlerin adil, uluslararası gözlemcilerin büyük sorunlar rapor etmeyeceği şekilde ve sonuçlara itirazların meşru sınırlar çerçevesinde kalarak yapılması. Unutmayalım ki Türkiye’nin bunca derdi arasında yeni bir sosyal çalkantıya, siyasi-sismik bir sallantıya daha katlanma lüksü yok. Ekonomimiz kötü durumda, depremin yaraları sarılmayı, fay kuşağındaki ülke yeni depremlere hazırlanmayı bekliyor.
İklim krizi kendini her geçen gün daha da çok hissettiriyor. Yakında ormanlar yeniden yanmaya başlayacak, böyle giderse bir kaç yıl içinde kuraklık da ciddi sorunlarımızdan biri olacak. Hem iklim krizinin dayattığı küresel dönüşümün her anlamda içinde olmak ve hatta yararlanmak, hem de değişimin getireceklerine karşı tedbir almak zorundayız. Yapay zekanın işsizliği azdırmaktan insanlığı yok etmeye varacak sonuçlarına karşı da hazırlıklı olmalıyız.
Kıbrıs, Ege gibi mutat sorunlarımız dışında dünya savaşı çıkartma, nükleer çatışmaya yol açma potansiyeline haiz Ukrayna Savaşı da seçimler sonrasında yönetmek, çözmek, hiç olmazsa ertelemek için çaba harcamamız gereken başka bir sorun. Amerika-Çin gerilimi ve onun özellikle Amerika ile olan ilişkilerimize yükleyeceği ağırlık da yakında Türkiye’nin yeni baş ağrısı olmaya aday.
AB’nin kendini gelecekte dış ve güvenlik politikası anlamında nereye konumlandıracağı da Türkiye’nin yakından takip etmesi, özellikle de seçimlerin siyasi iktidar değişikliği getirmesi halinde vakit kaybetmeden stratejik otonomi düşüncesinin itici gücü Fransa ile uzun erimli bir vizyon birliği için görüşmelere başlaması, Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisi içinde kendine yer bulması şart.
Ayrıca gündemde Suriye’den Libya’ya Türkiye’nin müdahil olduğu pek çok sorun var. Seçimlerin galibi kim olursa olsun bu sorunların ülkenin çıkarlarını maksimize edecek şekilde yönetilmesi, ortaya çıkacak yeni fırsatların değerlendirilmesi, kazanımların korunması için dengeli, makul ve akılcı politikaların geliştirilmesi, geçmişin hatalarının telafi edilmesi gerekiyor.
Ki ben iktidarda kim olursa olsun kazanımların korunması için çaba harcanacağına, Rusya, Amerika, Çin’le ilişkilerin daha dengeli hale gelmesi için çalışılacağına, Azerbaycan ve Katar’la geliştirilen özel yakınlıkların sürdürüleceğine inanıyorum. İran’ın bölgesel ağırlığının, İsrail ve Ermenistan’la kurulan köprülerin öneminin, Yunanistan ile görüşmenin gereğinin, Kıbrıs Türklerinin haklarının, Türk dünyasıyla ilişkilerin dikkate alınacağını düşünüyorum.
Bence iktidarına kim, hangi ittifak gelirse gelsin Türkiye’nin dış politikası, güvenlik öncelikleri keyfi nedenlerle değişmez, kimse kazanımlardan kolay kolay feragat etmez. Askeri teknoloji alanındaki atılıma ket vurmaz. Ne gemisinden, ne uçağından, ne tankından, ne de dronundan vazgeçer. Caydırıcılığından hiçbir şekilde taviz vermez.
Değişim olsa olsa Türkiye’nin insan haklarına saygısında, demokrasinin temel ilkelerine uyumunda, kadınların eşitlik mücadelesine vereceği katkıda, hukukun üstünlüğünün sağlanmasında, yolsuzlukla mücadelesinde yaşanır. Gelir dağılımı da belki biraz daha eşite, adile yakın ya da uzak olur.
Yani yapacağımız tercihlerle daha ziyade nasıl bir ülkede ve hangi şartlar altında yaşayacağımızı belirleriz. Ama eğer tercihlerimizin sonucuna saygı duymazsak sorunlarımızı yönetmemiz, dünyayla baş etmemiz, ekonomimizi rayına oturtmamız imkansız hale gelebilir. Çıkabilecek gerilimler ve derinleşecek toplumsal fay hatları çoğunun üstünde olumsuz bir çarpan etkisi yaratır. İyi, olabildiğince adil ve huzurlu bir seçim temennisiyle…