S-400 meselesi...
Bildiğiniz gibi S-400’ler uçak, balistik ve seyir füzelerine karşı Ruslar tarafından geliştirilen bir hava savunma sistemi. En az beş farklı tip ve menzilde füze kullanabildiği, hedefini çarpmayla değil infilakla yok ettiği biliniyor. Radarları vasıtasıyla 600 kilometreye kadar görebiliyor. Aynı anda 80 hedefe kilitlenebiliyor. Kullandığı füze tipine bağlı olarak 400 kilometre uzaktakileri vurabiliyor. İlk kez 2007 yılında S-400 koduyla Rusya’da kullanılmaya başlanmış.
Sonra Çin satın almış, ardından da 2017’de yapılan bir anlaşmayla da Türkiye... Şu anda Türkiye’nin elinde radarları ve komuta kontrol sistemleriyle birlikte 36 atış ünitesi olan dört batarya ve dendiğine göre 192 füze mevcut. Rusya’nın pek çok bölgesinde ve Suriye’deki Rus üssünde S-400 sistemleri konuşlu. Hindistan da, Çin ve Pakistan’dan gelecek tehdide karşı aynı sistemi satın aldı. Talipleri arasında Mısır, Katar, Suudi Arabistan da var.
Ancak Amerika bu sistemlerin satın alınmasına karşı. Kimileri gerekçesinin pazar kaybetme korkusu olduğu, kimileri de rakip bir ülkeye müttefik kazandırma endişesi. Genel kural olarak S-400 almaya kalkanları yaptırım uygulamakla tehdit ediyor. Hindistan’a ise istisna hükmü uyguluyor. Türkiye’yi hem CAATSA’dan cezalandırdı, hem de ortağı olduğu F-35 programından çıkarttı. Parasını ödediği, pilotlarının eğitimini aldığı uçaklarını teslim etmedi.
Açıkladığı gerekçesi iki sistemin aynı platformda çalışamayacağı. Bu konuları yakından takip eden bazı uzmanlar Amerikalıların haklı olabileceği kanaatinde. Rusların sistemi kontrol edebileceğini, dost-düşman kuvvet kodlarını ele geçirebileceğini, NATO’nun entegre sisteminin içinde yer almasının zor olabileceğini söylüyorlar. Bazılarının sistemin tek başına kullanılmasını mantıklı bulmadıklarını da not etmek gerek.
Teknik bilgim yeterli olmadığı için kimin haklı, kimin haksız olduğunu kestirmem mümkün değil. Bana madem alındı, kullanılması gerekir gibi geliyor. Özellikle de Slovakya’nın bir önceki nesil S-300 sistemleri Ukrayna’ya verilsin diye yol aranırken, tek başlarına işe yaramazlar, füzelere ve uçaklara karşı etkili olmazlar iddiaları çok anlamlı ve açıklayıcı gelmiyor. Ayrıca S-400’lerin F-35’ler için tehdit oluşturabileceğini düşünmek benim mantık sınırlarımı zorluyor. İstenseydi çözüm bulunurdu diye düşünüyorum.
Zaten belli ki sorun teknik olmaktan çok siyasi. Amerika Türkiye’yi bir şekilde cezalandırmak istedi ve cezalandırdı. Türkiye de belli ki S-400’leri teknik nedenlerden ziyade siyasi nedenlerle aldı. Önemli bir miktarda para ödedi ama karşılığında Rusya’nın dostluğunu, Suriye, Libya ve Kafkaslarda harekat kabiliyetini kazandı. Çıkar ve beklentilerini Rusya ile çatışmadan, bir uçağını daha düşürmek zorunda kalmadan, NATO’yu zor tercihler yapmak durumunda bırakmadan korudu.
Her şey her zaman mükemmel olmasa da tepki gösterme, mukabele etme hakkını saklı tuttu ve Suriye’de de kullandı. Siyasi kefenin diğer tarafında da Amerika’ya karşı duyulan güvensizlik vardı. Amerika’nın 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasında olabileceğine ilişkin haklı kuşkular, Türkiye’nin hasmı bir örgüte tanınan neredeyse sınırsız askeri ve siyasi imkanlar iktidarı bu sistemleri her şeye rağmen satın almaya sevk etti.
Ben satın alınmamasını, tepkinin başka biçimlerde gösterilmesini tercih ederdim. Ama siyasi irade farklı bir tercihte bulundu, S-400’leri konuşlandırıp, deneme atışı dahi gerçekleştirdi. Bu arada Amerika ile olan bu sorununu aşmak için de farklı önerilerde bulundu. Fakat hiçbiri Amerikalıların hoşuna gitmedi. Ya bizim dediğimiz olur ya da hiçbir şey demeye getirdiler.
Derken Ukrayna krizi savaşa dönüştü. Türkiye Montrö Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesine istinaden Boğazlarını savaş gemilerine kapattı. Daha önce başka pek çok yerde savaşın seyrini değiştiren SİHA’ları Ukrayna’da da etkili oldu, hatta efsaneye dönüştü. Savaş üyesi olduğu ittifaka sıçramadığı tekdirde tarafsız kalacağını açıkladı. 24 Şubat itibarıyla coğrafyası, siyasi ve stratejik tercihleri, hepsinden önemlisi de askeri yetenekleri eskisinden çok daha fazla önem kazandı.
Liderler ardı ardına Türkiye’ye geldi. Arabuluculuk yaptı. Antalya’da düzenlediği toplantıyla yalnızlığının sona erdiğini dünyaya gösterdi. Wall Street Journal’da ise eski bir CIA görevlisi S-400’lerin Ukrayna’ya gönderilmesi fikrini işledi. Çok geçmeden New York Times Amerikalı yetkililerin gayri resmi olarak bu fikri Türklere açtıklarını yazdı. Reuters, Wendy Sherman’ın ziyareti sırasında konunun kısaca gündeme geldiğini geçti.
Slovakya’nın S-300’lerinin dünya savaşı çıkartma olasılığından söz edilirken Türkiye’nin S-400’lerinin nasıl olup da aynı sonuca yol açmayacağı tabii ki ortaya konmadı. Herhalde S-400’lerin katırlara yükleyip Polonya sınırından gizlice geçirilebileceklerini falan düşünmüş olmalılar. Türkiye’nin hangi gerekçelerle böylesi bir fedakarlıkta bulunacağını da anladığım kadarıyla anlatmadılar. Rusya’nın da sanırım hiç tepki vermeyeceği varsaydılar.
Bence Biden Yönetiminin anlamsız fikir egzersizleriyle vakit kaybedeceğine, Türkiye’nin artık kendileri için önemli olduğunu, bazı tercihler yapmalarının zamanının geldiğini anlaması gerekiyor. Türkiye’nin de değişmesi, çıkarlarını dengelemek ve daha iyi korumak için demokratikleşmesi, AİHM kararlarına uyması, insan hakları ve hukukun üstünlüğü başta olmak üzere üstündeki yüklerden kurtulması…