İsveç ve Finlandiya NATO üyeliğini tartışırken…
İsveç ve Finlandiya Baltık Denizi'ni kontrol eden önemli ve boyutlarına göre güçlü iki İskandinav ülkesi. Komşuları ve aynı zamanda akrabaları Norveç ve Danimarka’nın aksine NATO üyesi değiller. İsveç 1815’den bu yana tarafsız. 200 küsur yıldır hiç çatışmaya girmemiş, iki dünya savaşını da badirelerine katlanmadan atlatmış bir ülke. Soğuk Savaş sırasında da caydırıcılığa dayalı tarafsızlığı sürdürmüş. AB üyesi olunca NATO’ya biraz yakınlaşmış, hatta son dönemde tatbikatlarına bile katılmış ama üyeliği pek düşünmemiş.
Finlandiya da benzer şekilde tarafsızlığı taraf olmaya tercih eden bir devlet. 1809-1917 yılları arasında Rus Çarlığı’nın parçası olmasına, 1939’da Rusya’nın, daha doğrusu Sovyetler Birliği’nin saldırısına uğramasına, sonra da Almanlarla ittifak kurup birlikleriyle Rusya içlerine kadar ilerlemesine rağmen Soğuk Savaş’ta da, sonrasında da NATO’yu düşünmemiş bir ülke. Sovyetler kızmasın diye Marshall yardımından dahi yararlanmamış, 1948’de de Sovyetler Birliği ile bizim 1929 Antlaşmasına benzer bir dostluk ve işbirliği antlaşması imzalamış.
***
Batı’dan bakanlar da Finlandiya’yı yıllarca eleştirmiş, Finlandiyalılaşma diye içinde biraz aşağılama olan bir kavram üretilmiş. Benzeri İsveç için de söylenmiş. İsveç’in Amerika önderliğindeki Batı blokunun “uluslararası komünizme” karşı verdiği savaşı eleştirmesi hemen hiç bir yer ve zamanda hoş karşılanmamış. Ancak iki ülkede BM ile kurulan ortak güvenlik sistemine destek vermiş, sayısız Barış Gücü operasyonuna katılmış. Fakat ikisi de Doğu-Batı çatışmasına taraf olmak, sonrasında da Rusya karşıtlığında kendilerini konumlandırmak istememiş.
Şimdi iki ülke de NATO’ya üye olmayı konuşuyor, başlattıkları ama tamamlamadıkları ortaklıklarını bir katılım antlaşmasıyla taçlandırmayı tartışıyor. Rusya ise onları caydırmaya, giderek daha fazla kendisine karşı kurgulanan ittifaka katılmalarını engellemeye çalışıyor. Finlandiya sınırına asker yığmaktan, Kaliningrad’daki askeri varlığını nükleer silahlarla güçlendirmekten söz ediyor. İsveçliler ve Finliler henüz nihai kararlarını vermiş değiller. Vermeleri halinde onların katılımına onay verecek ittifakın diğer üyelerinin hayır deme olasılıkları zayıf.
Özellikle İsveç üyelik başvurusunda bulunursa, iki dünya savaşında bile değiştirmediği tarafsızlık politikasını Rusya’dan algıladığı saldırganlık nedeniyle değiştirirse, Amerika’nın ve aslına bakarsanız Türkiye de dahil tüm NATO üyelerinin Putin’e ülkesini bir başarısızlıktan diğerine sürüklediği, tüm askeri ve siyasi zafiyetlerini ortaya çıkarttığı, tarafsız kalmakta direnen bu iki önemli ülkeyi NATO’ya katıp muhtemel çatışma cephesini genişlettiği için teşekkür etmesi gerekir. Herhalde dünyada çok az lider bu kadar öngörüsüz hareket eder, kendi içinde sarsıntı geçiren bir karşıt ittifakı bu denli güçlendirirdi.
Putin, 24 Şubat’ta harekata başlayacağına baskısını sürdürmüş olsaydı, NATO ve Amerika’dan istediklerinin çoğunu alması, beklediği ve istediği güven yaratıcı önlemlerin hayata geçirmesi, başta orta menzilli füzeler olmak üzere silahsızlanma, silahların sayı ve niteliklerini sınırlama antlaşmalarını imzalaması mümkün olacaktı. Fransa ve Almanya Avrupa’nın stratejik otonomisi üstünde çalışacak, AB ABD etkisinden giderek daha çok uzaklaşacaktı. Kendisi ve ülkesi de böylesi ağır yaptırımlara maruz kalmayacaktı. Enerji piyasasından soyutlanması diye bir şey söz konusu olmayacaktı.
Putin ve belli ki yakın çevresi verdikleri anlamsız kararla dünya dengelerini bir daha geri gelmesi kolay kolay mümkün olmayacak şekilde değiştirdi. Sonuçta Ukrayna’nın bir kısmını kontrolü altına alsalar bile kayıpları korkunç. Amiral gemilerini kaybetmeleri dahi kendi başına bir büyük felaket. Üstünde onlarca silah olan koskoca bir geminin radarlarının Türkiye’nin ürettiği dronlar tarafından karartılarak görece az teknolojik Ukrayna füzeleri tarafından vurulabilmesinin, daha da önemlisi vurulabileceğinin hesaplanmamasının, düşünülmemesinin tek izahı Rusya’nın çöküş içinde olması.
***
Umarım Putin savaşı tırmandırmayı değil durdurmayı seçer. Kendisi ve ülkesi için Türkiye’nin sağladığı zemini iyi kullanıp başlattığı savaşı bir an önce bitirir. Artık çok da fazla pazarlık şansının kalmadığını görüp küresel yerine bölgesel, Ukrayna’yı içeren, NATO’nun ne yaptığına veya bundan sonra ne yapacağından ziyade ülkesinin ne olacağına dayanan bir pazarlık stratejisi benimser. Amerika’nın barış istemediğini, Rusya’nın yaptığı hatalarla çöküşünü uzaktan seyretmeyi yeğlediğini anlar. Zor olsa da hatalarından ders çıkartır.
Türkiye de elinden geldiğince var olan aktif tarafsızlığını sürdürür bir yandan Rusya’nın askeri zafiyetlerinden dersler çıkartırken diğer yandan da savaşın yarattığı fırsatlardan yararlanır. Kazandığı artık açıkça belli olan askeri yeteneklerinin müttefikleriyle olan sorunlarının çözümüne tahvil eder, F-16 ve F-35 saçmalıkları aşılsa, Amerika, Fransa ve Almanya bizi gerçek müttefikleri olarak görmeye başlasa bile milli savaş uçağı projesi ve tüm diğer askeri projelerini iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak sürdürür. Kutlayanlara mutlu bir Paskalya ve Pesah Bayramı dileğiyle…