İnşa edici bir unsur olarak savaş
Savaş en genel anlamıyla örgütlü bir yapının diğerine karşı şiddet içeren güç kullanımı ve bu güç kullanımına karşı gelmenin yarattığı durum olarak tanımlanabilir. Bireysel şiddet savaş tanımı dışındadır ve genel kabul gören anlayış savaşı devletlerin yaptığı yönündedir. Pek çok farklı savaş türleri arasında ortak nokta kan dökülmesi, savaşların insan hayatına ve fiziki yıkıma yol açmasıdır.
Araştırmalar beş bin yıllık bir zaman dilimi içinde dünyada en az 14 bin 500 savaş yapıldığını, 3 milyar 500 milyon insanın hayatını savaşlar yüzünden kaybettiğini gösteriyor. Sadece MÖ 480 ile 2002 yılları arasındaki savaşlarda ölenlerin tahmini sayısı 455 milyon olarak tespit edilmiş. Kalevi Holsti 30 Yıl Savaşları (1618-1648) sırasında Almanya’nın o zamanki nüfusunun üçte birinin yok olduğunu, 12 bin kadar köy ve kasabanın tamamen yıkıldığını yazar.
Birinci Dünya Savaşı’nda iyimser bir hesaplamayla 9 milyon 700 bini askeri personel olmak üzere 20 milyon insan ölmüş, 21 milyon da yaralanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda da yine iyimser bir tahminle 26 milyonu Sovyetler Birliği vatandaşlarından olmak üzere 56 milyon 400 bin insan hayatını kaybetmiş, milyonlarcası çatışmalar ya da bombardımanlar sırasında yaralanmıştır.
Silahların ateş gücünün ve menzilinin artmasıyla çatışmalarda hayatını kaybeden sivillerin sayısı da artmaktadır. Günümüzde herhangi bir nedenle ABD ile Rusya Federasyonu arasında nükleer savaş çıkması halinde dünya nüfusunun önemli bir kesiminin yok olacağı, savaşın sonuçlarının çatışmaya hiçbir şekilde taraf olmayan ülkeleri de etkileyeceği bilinmektedir.
Savaşların bir başka dramatik sonucu da göçtür. Günümüzde 60 milyondan fazla insan savaşlar ya da gördükleri şiddet yüzünden yaşadıkları topraklardan kopmuştur. Suriye’de yaşanan iç savaş Türkiye’ye 4 milyona yakın insanının sığınmasına yol açmıştır. Göç, göç edilen ülkeleri, onların siyaset yapma biçimlerini ama en çok da göç etmek zorunda kalanları etkilemektedir.
Bu zamana kadar alınan hiçbir tedbir, yapılan hiçbir çalışma da savaşların olmamasını sağlamamıştır. Ne Birleşmiş Milletler sistemi, ne NATO, ne de Kant’ın, Wilson’un, Waltz’un ya da Marx’ın önerileri savaşların bir daha yaşanmamasını temin etmiştir. Savaş hukuken yasak olmasına rağmen hala icra edilmekte, devletler savaşa hazırlıklı olmak için her yıl trilyonlarca dolar harcamaktadır.
Kısacası savaşlar insanlar için de devletler için de kelimenin tam anlamıyla yıkıcıdır. Ama paradoksal bir şekilde savaş aynı zamanda yapıcı, daha doğrusu inşa edicidir de. Bugün başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok uluslararası örgüt, uluslararası hukukun önemli bir kısmı, insancıl hukuk, hatta Charles Tilly gibi uzmanlara göre modern devletler bile savaşlar sonucunda ortaya çıkmıştır.
Savaşlar teknolojik gelişmeyi teşvik etmiş, itiraf etmek gerekir ki ekonomiye de katkıda bulunmuştur. En azından bir kesim diğerlerinin aleyhine zenginleşmiştir. Fakat savaş aynı zamanda sanatı, müziği, edebiyatı, mimariyi de etkilemiştir. Kahramanlık üstünden savaşı öven, insan kaybını ve yıkımı vurgulayarak yeren ya da olumlu veya olumsuz hiçbir yargıya varmadan savaştan “ilham alan” pek çok eser bulunmaktadır.
Bunların arasında Homer’in İlyada’sı, Cervantes’in Don Quixote’u, Tolstoy ‘un Savaş ve Barış’ı, Remarque’nin Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok başlığıyla dilimize kazandırılan romanı ilk akla gelenler arasındadır. Türkiye’de de Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve daha nice yazarımız, şairimiz savaşı farklı şekillerde eserlerinde dillendirmiştir.
Zafer takları, savaşlarda ölenlerin anılarını yaşatmak ve fedakarlıklarını hatırlamak için inşa edilen anıtlar, müzeler, Çin Seddi, Berlin Duvarı gibi yapılar, surlar ve kaleler, hatta önce mültecilere konut olarak düşünülüp sonradan “Tiny House” konseptiyle moda olan konteyner evler bile savaş bağlantılı mimari eserlerdir.
Sovyet besteci Dimitri Shostakovich’in Leningrad Senfonisi, Benjamin Britten’in Savaş Requem’i, Henryk Gorecki’nin Üçüncü Senfonisi, minimalist müziğinin günümüz temsilcisi Max Richter’in bazı eserleri ve tabii ki Johan Baez’in, Violetta Para’nın, Arja Saijonmaa’nın eleştiri içeren şarkıları savaş gerçeğiyle farklı biçimlerde yoğrulmuş yapıtlardır.
Resim sanatı tarihinde de Picasso’nun 1937’de bitirdiği ünlü eseri Guernica savaşı eleştiren sanat yapıtlarının başında gelir. Dali’nin Savaşın Yüzü, Goya’nın kimi eserleri, Avrupa imparatorluklarının zaferlerini tasvir eden binlerce resim savaşla sanat arasında köprü kurmuştur. Temür Köran’ın göç temalı çalışmaları başta olmak üzere pek eserinde de savaştan izler bulmak mümkündür.
Savaş hiç şüphesiz ki siyasi olarak hazırlıklı olmamız gereken bir olasılık, insani açıdan bakıldığındaysa bir felakettir. Ancak incelendiğinde, biraz derinine inildiğinde binlerce farklı boyutu olan, karşımıza sürprizlerle çıkan da bir olgudur. Dileğimiz tüm yaratıcı potansiyeline rağmen bir daha hiç savaş olmaması, savaşın inşasına yol açtığı eserlerin sınıflarda, yazılarda, kitaplarda, plaklarda, konserlerde kalmasıdır.
İyi ve savaşsız bir pazar günü geçirmeniz temennisiyle geçtiğimiz yıl düzenlediğim deneysel derse katkıda bulunarak bana bu yazı için ilham veren Kültür Üniversitesi hocaları Neslihan Dostoğlu, Ayşem Seval, Kıvılcım Şenürkmez, Mehmet Üstünipek’e ve derse keyifle katılan öğrencilerime teşekkür etmek istiyorum…