Halının altına süpürdüğümüz sorunlarımız bizi boğarken...
Her ülkenin çözümünü ertelediği sorunları var ama bizimkilerin sayısı çok fazla, ebatları da çok büyük. Ekolojiden ekonomiye, dış politikadan yolsuzluğa, insan haklarından demokrasiye sorunlarımız üstü örtülemez, görmezden gelinemez hale geldi. Halı metaforuyla anlatacak olursak artık tozlardan değil kütlelerden bahsediyoruz. Üstünde yürümek de, halının içinde bulunan odada nefes almak da zor. Anı yönetmekle çözüm imkansıza yakın. Her biri için uzun erimli stratejiler, ülkenin çıkarlarını maksimize edecek politikalar geliştirmesi gerekiyor.
Nasıl ki yılların ihmali Marmara’nın müsilaj sorununu suyun üstündeki oluşumları toplamakla çözemezsek, diğer sorunlarımızı çözmemiz için de yüzeyde görünenin ötesinde çaba harcamaya, vizyon geliştirmeye, uzman görüşünden yararlanmaya ihtiyacımız var. Ülkenin ve aslında iktidarın geleceği de bu sorunların çözümüne bağlı. Üstelik de hepsi bir şekilde birbiriyle ilintili. Hukuk olmayınca ekonomi olmuyor. Ekonomik sorunlar dış politikayı etkiliyor, sizi gerekmediği anlarda taviz vermeye zorlayabiliyor.
* * *
Mesela ekolojik bir felaket ekonomik sorunlar doğurabiliyor. Unutmayalım ki Marmara’nın can çekişmesi demek sadece içinde yaşayan canlıların ölmesi demek değil. Aynı zamanda çevresinde ekosistemin de çökmesi demek. Çünkü denizin üstünde gördüğümüz o beyaz sümüksü madde çok yakında binlerce balıkçının işsiz kalmasına yol açacak. Ya balık olmayacak ya da onların tuttuğu balık satılmayacak. Koskoca bir sektör deniz temizlenene kadar, yani en az üç yıl boyunca ciddi mali sıkıntı yaşayacak.
Deniz kenarı arazilerin değerlerinde de muhtemelen ciddi düşüşler olacak. Emlak sektörü bile müsilaj denen ama kökeni ihmale dayanan sorundan etkilenecek. Oysa bunların hepsi önlenebilir, uzmanların anlattığına göre böylesi bir çevre felaketi yaşanmayabilirdi. Marmara havzası arıtma tesisleriyle korunabilirdi. Belediyeler organik atıklarını künk borularda denize dökmek yerine işlemeye, arıtmaya teşvik edilebilirdi. Çevreyi kirleten sanayi tesislerine yaptırımlar uygulanabilirdi. Bu iktidar da öncekiler de yapmadı.
Fakat biz de yapılmasını talep etmedik. Suça ortaklık ettik, çevremizi elbirliğiyle kirlettik. Denizlerimizi çok azımız önemsedi. Çoğunluğumuz daha “önemli” konularla ilgilendi. Deniz denince aklımıza jeopolitik geldi. Çevre hassasiyeti ve toplumsal talep oluşmadı. İktidarlar da gelecek yerine günü kurtarmaya odaklandı. Sahiplenmediğimiz her sorun büyüdü, büyüdükçe çözümü zorlaştı. Halının altı da daha fazla sorun kaldırmaz oldu. Ana akım medyayı kontrol etseniz sosyal medya boş durmadı.
Sedat Peker’in açıklamalarında gördüğümüz gibi milyonlarca insanı telefonları, bilgisayarları başına kilitledi. Gündemi belirledi, iktidar bloğunu içinden çıkılması zor seçimlerle karşıya karşıya bıraktı. Şimdi Marmara, belki yakında diğer denizlerimiz de görüntüsüyle, verdiği mesajla iktidarı zor tercihler yapmaya mecbur edecek. Benzeri AB ve ABD ile olan ilişkiler açısından da geçerli. Sorunlar öylesine çoğaldı ve tırmanma öylesine hızlandı ki krizin bitirilmesi, ilişkilerin yönetilebilir hale gelmesi gerekiyor.
Neyse ki en kolay sonuç alınabilecek alan burası. ABD ile ilişkilerde S-400’ler konusunda taviz vermek zorunda kalacağımız doğru ama pazarlık etme imkanımız da var. Nihayetinde Türkiye Rusya’ya komşu ve hatta pek çok alanda hasım bir ülke. Suriye’de, Libya’da Rusya ile işbirliği kadar rekabet ve bazen çatışma halindeyiz. Karadeniz’in kapısını biz bekliyoruz. Afganistan söz konusu olduğunda önemliyiz. Kısacası ABD açısından silinip atılamayacak bir ülkeyiz. Ki ABD de bunun farkında ve bilincinde.
14 Haziran Brüksel buluşmasından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye kadar Biden ve yönetimi de olumlu sonuçlarla çıkma arzusunda. Aksi takdirde ne buluşmaya kalkarlar, ne de iki üst düzey diplomatlarını Türkiye’ye gönderirlerdi. Onlar da belli ki ilişkileri rayına sokmak istiyorlar. Türkiye’nin NATO’nun zayıf halkası olarak görülmesini, daha doğrusu NATO’nun bir zayıf halkası olmasını istemiyorlar. Biz S-400’ler konusunda taviz vereceğiz, onlar da çok büyük olasılıkla bizim önem atfettiğimiz diğer konularda.
Muhtemeldir ki insan hakları sorunları da gündeme gelecek, çok ısrar edilmeden bakış açılarındaki farklılıklar hatırlatılacak. Bu tür sorunlarımız, belki son günlerde ortaya atılan bazı iddialar ABD tarafının pozisyonunu güçlendirici argümanlar olarak masaya konacak. İttifakın aldığı ve alacağı kararlar üstünden Amerika demokrasi açığımız hakkında zamana yayılmış bir tavır geliştirecek. Demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi konular pazartesi gününün ana gündem maddelerini oluşturmayacak.
* * *
Bu tür konuları NATO toplantısının geneline, ittifakın yapacağı deklarasyonun içeriğine saklayacaklar. İttifakın diğer üyeleri de çok üstünde durmayacak. Sorunu ve sorumluluğu Avrupa Konseyi’ne devredecekler. Onlar daha ziyade Kıbrıs sorununun seyrini, Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin inisiyatifleri dikkate alacaklar. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias ile Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Atina buluşmasından yansıyan sarılma sahnesini, Çavuşoğlu’nun Paris ziyareti sırasında verdiği sıcak ve samimi mesajları hatırlamayı tercih edecekler.
Sorunlar tabii ki bitmeyecek ancak daha kolay yönetilebilir hale gelecek. Bir son dakika aksiliği çıkmazsa, her şey kuralına, kitabına uygun giderse Türkiye en azından bir alandaki sorununu aşmak için haftaya bir adım atmış olacak. Yeterli mi derseniz değil derim ama önemli olduğunu söylerim. Benim beklentim halının altındaki tüm sorunların ortaya dökülmesi, onlar bizi müsilaj gibi yiyip bitirmeden hepsine çözüm bulunması. Hukukun üstünlüğünün de başkaları istiyor ya da istemiyor diye değil bizim için, ülkenin geleceği için sağlanması...