Güvenlik garantisi konusu
Kıbrıs Türkiye için de, Kıbrıslı Türkler için de, dünyanın geri kalanı için de 1950’lerden bu yana sorun. 1959’da çözüm için bir düzen kuruldu ama ne yazık ki uzun ömürlü olamadı. Daha kurulduğu andan itibaren Rumlar o düzeni yıkmak, Yunanistan’la birleşmek için elinden geleni yaptı. 1963 sonunda toplumsal olaylar başladı. 1964 başından itibaren de Ada coğrafi olarak bölünme aşamasına geçti. 1974 müdahalesi bu bölünmeyi tamamladı.
1968 yılından bu yana da bölünme süreci durdurulmaya, Ada yeniden birleştirilmeye çalışılıyor. Şimdiye kadar denenmedik yöntem kalmadı desek yeridir. Neredeyse her BM Genel Sekreteri kendi adıyla anılan inisiyatifler geliştirdi, ABD planlar önerdi, Türkiye’ye baskı yapıldı, ambargolar uygulandı, izolasyonlar hayata geçirildi, liderler ise sayısız defa buluştu. Ama Ada bir türlü bütünleşemedi, taraflar birbirine güvenemedi.
***
Rum tarafı Türkiye’den, Türkler Rumlardan korktu. Her ikisinin de korkularını dengeleyecek bir çözüm önerisi masaya konamadı. Eğer tartışma konusu olan harita, dönüşümlü başkanlık gibi diğer tüm konularda uzlaşma sağlanmış olursa (ki zor gibi görünüyor), yarın Cenevre’de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katılacağı görüşmelerle iki tarafın korkularını dengeleyecek bir çözüm önerisi üstünde çalışılacak, AB de müzakerelere gözlemci olarak katılacak.
Ancak bunun hiç kolay olmadığını belirtmek gerek. İki tarafın soruna bakışında ciddi farklılıklar var. Müzakereye açık olmakla birlikte Rum tarafı ve Yunanistan Türkiye’nin garantörlüğüne ve garantörlüğün göstergesi olan adada asker bulundurmasına karşı. Türk tarafı ve Türkiye ise hem garantörlük istiyor, hem de adada asker bulundurmak. Üstelik varılacak uzlaşmaya onay verecek KKTC vatandaşlarının ağırlıklı bir kesimi de güvenlik garantisi olmazsa olmaz diyor.
Ara formül bulunabilir mi, bulunan formül Rumları ve Türkleri tatmin eder mi yakında hep birlikte göreceğiz. Fakat 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları “öngörüldüğü biçimiyle” çalıştırılacak olursa, günümüzdeki güvenlik ikileminin aşılmasına yardımcı olabileceğini belirtmek gerek. Belki garantinin kapsama alanı daraltılabilir, 1960’ın kaygısı olan Enosis ve Taksim’i dışlayan bir düzenleme düşünülebilir. Ama Garanti ve İttifak Antlaşmalarının birlikte kurguladıkları denge pek çok derde deva olabilir. Çünkü zamanında kurulamayan, şimdi istenirse kurulabilecek olan sistem İttifak Antlaşması çerçevesinde (Ek Protokol 2) üçlü bir bakanlar komitesi oluşturulmasını, ittifakın tarafı olan Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuracağı askeri “Üçlü Karargahın” bu komiteye karşı sorumlu olmasını öngörmekte. Daha da önemlisi temelde dışarıdan gelecek tehditlere karşı kurgulanmış olan İttifak Antlaşması tıpkı Garanti Antlaşması gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiilen askıda ama hukuken yürürlükte olan anayasasının da parçası.
***
Unutmayalım ki nihayetinde yeni bir devlet kurulmuyor; çalışmayan, çalışmadığı için çöken, çöktüğü için müdahaleye ve coğrafi bölünmeye uğrayan, Denktaş-Makarios, Denktaş-Kyprianou Doruk Anlaşmaları ile federasyon temelinde tekrar birleştirilmeye çalışılan bir devletten söz ediliyor. 2004 yılındaki “bakire doğum” metaforu da geçerli olmadığına göre, 1959-60 temelinde iki kesimli ve iki toplumlu olarak yeniden kurgulanacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (bu kez başında büyük olasılıkla “Birleşik” kelimesiyle) Garanti ve İttifak anlaşmalarını bir şekilde içermesi normal.
Eğer o da olmuyorsa güvenlik garantisine en çok ihtiyaç duyan Türklerin onay verdiği, Türkiye’nin desteklediği Annan Planı’ndaki düzenleme de bir çıkış noktası sağlayabilir. Hatta Annan Planı’nın içerdiği askeri varlık ve silahlı kuvvetlerin aşamalı olarak çekilmesi formülü de revize edilebilecek garanti ve ittifak sistemi içine yerleştirilebilir. Doğal olarak başka formüllerin de bulunması Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin güvenlik endişelerinin tatmin edilmesi mümkün. Yeter ki masadaki muhataplar önce diğer sorunları çözme iradesi sergilesin, sonra da Rumlar ve Yunanistan güvenlik endişelerinin ciddi olduğunu görsün…