Denizaltı diplomasisi…
Denizaltılar savaşta da, barışta da önemli gemiler. Caydırıcı da oluyorlar, vurucu da. Taşıdıkları uzun menzilli füzelerle artık sadece deniz değil kara hedeflerini de ateş altına alabiliyorlar. Savaşların seyrini değiştirebilecek yetenekleri bünyelerinde barındırıyorlar. Bu yüzden her devlet elindeki imkanlara göre denizaltı teknolojisine ya yatırım yapıyor ya da satın alarak envanterinde bulundurmaya çalışıyor.
Dünyanın altıncı büyük yüzölçümüne sahip, üstelik de nihayetinde bir ada ülkesi olan Avusturalya da böyle yapmış. Bundan beş yıl önce bir Fransız şirketi (Naval Group) ile anlaşıp eskiyen İsveç yapımı denizaltıları yerine dizel motorlu 12 “Attack” (saldırı) sınıfı denizaltının geliştirilmesi ve inşası için anlaşmış. Ancak Fransız şirketinin çalışmaları Avusturalya’yı bir türlü tatmin etmemiş. Hem şirketle konuşmuşlar, hem de Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la.
***
Macron Haziran ayında görüştüğü Avusturalya Başbakanı Morrison’a merak etmeyin, biz bu işin peşindeyiz mesajı vermiş. Ama belli ki Fransa Avusturalya’yı hafife almış. Çünkü Avusturalya Fransa’ya hiç haber vermeden Amerika ve İngiltere ile anlaşmış. 1951 tarihli bağlayıcılığı olmayan ANZUS ittifakını, istihbarat ve diğer alanlardaki işbirliklerini pekiştiren, hepsinden önemlisi de ihtiyacı olan denizaltıları Amerika’dan almaya söz veren AUKUS’u 15 Eylül’de gerçekleştirilen bir online toplantıda imzalamış.
Avusturalya açısından amaç Çin karşısında caydırıcı olmak, Çin’in artan deniz gücünün askeri ve siyasi etkilerini nötralize etmek, Asya kıtasının güneydoğusunda çıkabilecek bir savaşa hazırlık yapmak. Zaten bu yüzden de Çin bu anlaşmaya tepki göstermekte gecikmemiş, ABD’yi bölgeyi karıştırmakla suçlamış, ideolojik önyargıdan, Soğuk Savaş zihniyetinden söz etmiş. Çin basınında Avusturalya ve Amerika’yı eleştiren ağır yazılar çıkmış.
Avusturalya’nın kendi içinden de muhalif sesler yükselmiş, denizaltıların nükleer güç kullanması gündeme gelmiş. Yeni Zelanda da anlaşıldığı kadarıyla bu ABD-Avusturalya yakınlaşmasından pek hoşlanmamış. Endonezya üzülmüş, Tayvan sevinmiş. Güney Kore’den dendiğine göre pek ses çıkmamış. Uzmanlar 2017’de canlandırılan Quad güvenlik işbirliği platformunun diğer iki üyesi Japonya ve Hindistan’ın Avusturalya’ya gösterilen özel muameleden rahatsız olacağını söylüyorlar.
24 Eylül’de Biden BM Genel Kurulu için Amerika’ya gelen Quad liderlerini Beyaz Sarayda ağırlayınca Asya uzmanlarının haklı olup olmadıkları anlaşılır. Fakat Fransa için Cuma gününü beklemeye gerek yok. Fransa bu işten hiç ama hiç memnun olmadığını herhangi bir tereddütte yer bırakmayacak şekilde belli etti. Washington ve Canberra’daki büyükelçilerini danışmalarda bulunmak için geri çekti.
Bu, Amerika-Fransa ilişkilerinde bir ilk. Benzeri Avusturalya için de geçerli. Fransa denizaltılarım alınmıyor diye çok ciddi bir tepki gösterdi, Çin’in bile yapmadığını yaptı. Fransa Dışişleri Bakanı Le Drian bir radyo programında ülkesinin arkadan bıçaklandığını iddia etti. Büyükelçilerinin çekilmesi AUKUS anlaşmasının istisnai niteliğine bağladı. İki ülke ilişkilerini takip eden uzmanların kanaati Avusturalya-Fransa ilişkilerinin tamirinin uzun yıllar alacağı.
Ayrıca Fransa’nın ABD-Avusturalya mutabakatı yüzünden maddi kaybının 40 milyar doları geçeceği, asıl kaybının ise bölgede etkisinin gölgelenmesi olacağı söyleniyor. AB dönem başkanlığını 1 Temmuz’da devralırken Asya-Pasifik vurgusunu önemseyen Paris için Canberra’nın kararı, dahası kararın gerekçesi olarak Fransız denizaltılarının Amerikalılarınki kadar iyi olmadığının açıklanması düşündürücü, hatta üzücü.
***
Ancak AUKUS’un asıl etkisi Amerika-Fransa ilişkileri üstünden hissedilecek, Macron ve muhtemelen ondan sonra Cumhurbaşkanlığı görevini devralacak politikacılar ABD’den otonom bir Avrupa güvenlik mimarisi kurulması için daha çok çalışmak, daha çok gerekçe üretmek zorunda kalacak. Bu mimari NATO ittifakının ana görev alanına tekabül eden yerlerde destekleyici, etmeyen yerlerde de alternatif imkanları zorlayıcı nitelikte olacak. AB üyesi olmayan Türkiye için de yeni bir meydan okuma anlamına gelecek.
Tüm bu gelişmelerin bizi ilgilendiren bir başka tarafıysa ABD’nin ilgisini giderek daha çok Asya-Pasifik’e verdiğini, Ortadoğu ve Rusya gündeminden düşmese de önceliğini yitirmeye başladığını göstermesi. Bu da Türkiye açısından bir rahatlama anlamına gelebilir. ABD bu bölgeden ne kadar çekilirse, Türkiye’nin güvenlik endişelerini gidermesi prensipte o kadar kolay olur. Yeter ki aidiyet değil çıkar ve hesap üstünden siyaset üretelim. Ne Rusya’ya ne de bir başkasına güvenelim…