Demokrasi Zirvesi öncesinde…
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 9-10 Aralık tarihlerinde çevrimiçi yapılacak Demokrasi Zirvesi için ayrılmış özel sayfası muhtemelen Kuzey Afrikalı genç bir kadının gösteride çekildiği izlenimi uyandıran coşkulu bir fotoğrafıyla açılıyor. Köşede ona hayranlıkla bakan biri var, etrafında da kartonlara yazılmış belli belirsiz sloganlar.
Altında Başkan Biden’a atıfla demokrasilerin tesadüfen gerçekleşmediği, onu savunmamız, onun için savaşmamız, güçlendirmemiz ve yenilememiz gerektiği yazılı. Ama zirvenin nasıl yapılacağı ve kimlerin katılacağı yok. Haber sitesi Politico zirvenin içeriğine ilişkin tartışmaların halen sürdüğünü, taslak bir davetli listesi hazırlandığını yazmış, internet özgürlüğünün temel tema olabileceğini belirtmiş.
Yine Politico’ya göre sivil toplum örgütleri kendilerine yeterince rol ve önem verilmemesinden şikayetçi olmuş, belli ki başka bazı kavramsal ve pratik sorunlar Beyaz Saray ve Dışişleri yetkilileriyle tartışılmış. Davetlilerin üçer dakikalık konuşmalar yapmaları, paralel oturum ve yan etkinliklerin gerçekleşmesi öngörülmüş.
Dışişleri Bakanlığı sayfasında ise 9-10 Aralık toplantısında otoriterleşme eğilimlerinden korunma, yolsuzluğa karşı mücadele, insan haklarına saygıyı güçlendirme olarak özetlenebilecek üç konunun ön plana çıkartılacağı yazıyor. Zirvenin programı belirlenince bu konuların nasıl ele alınacağının netleşeceğinin de altı çiziliyor.
***
Aynı yerde yazdığına göre 2021 yılı bir başlangıç, milat olacak, katılanların demokrasilerini daha dayanıklı ve sağlam hale getirmek için yaptıkları bir sonraki yılın zirvesinde değerlendirilecek. Zirve sayfası Kenya’daki bir insan hakları toplantısında çekilmiş elinde mikrofon olan ve söylemek istediği sözü söyleyen bir kadının fotoğrafıyla bitiyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yazı ve fotoğraflarıyla yarattığı intiba zirveye demokrasilerden çok, ya da demokrasiler kadar demokratikleşenlerin, hatta demokrasiden uzaklaşanların davet edileceği yönünde. Ki bu da çok mantıklı. Eğer amaç demokratikleşmeyi teşvik etmek, otoriterleşmeyi durdurmaksa sadece demokrasileri davet etmek anlamsız. Norveç ya da İsveç’in gelecek yıl anlatacak yeni bir hikayesi nasılsa olmaz.
Bu yüzden Biden Yönetimi umarım Politico’nun elde ettiği bilgilerin ve yayınladığı 108 ülkelik davetli listesinin ötesinde bir çaba içindedir, demokrasiyi gerçekten önemsiyor, devletleri demokratikleşmeye samimiyetle teşvik etmek istiyordur, hepsinden önemlisi de BM’nin ilgili organlarının yaptıklarını tekrarlamayı, kendi kontrolü altına almayı planlamıyordur.
Şüphesiz ki Macaristan, Azerbaycan, Türkiye gibi ülkelerin nihai davet listesi dışında bırakılması bu ülkeler açısından sorunlu. Demokratik olmadıklarının, en azından ABD tarafından öyle görüldüklerinin tescili niteliğinde. Fakat bu ülkelerin ve demokrasi tecrübesiyle demokratikleşme potansiyeli olan daha pek çok ülkenin liste dışı bırakılması da aynı oranda sorunlu. Çünkü dışlanma teşviki ortadan kaldırır, demokratikleşmeyi özendirmez.
Ayrıca amaç jeopolitikse, maksat birileri karşısında yeni bir blok oluşturmaksa da NATO üyesi Macaristan ve Türkiye’nin liste dışı bırakılması sorunlu olur. Adı konmamış ambargolara, müttefikliğe yakışmayan uygulamalara bir de dışlanma eklenirse bu ülkeler, özellikle Türkiye karşı bloğa doğru kayar. Yönetimler “cezalandırılacak” diye ülkeler dönüşü giderek daha zor yollara sokulur.
***
Ben hafta içinde Politico’ya sızdırılan ve gelişi güzel derlendiği izlenimi veren potansiyel katılımcı listesinin yönetim içi bir egzersizin ürünü olduğunu düşünüyorum. Sızdıranlar bunun bizim gibi ülkeler üstünde tartışma ve dolayısıyla etki yaratacağını hesaplamış olabilir. Belki içinde insan hakları ve hukukun üstünlüğüne ilişkin bazı pazarlıklar da barındırıyordur. Belki de kendi kamuoylarının tepkisini ölçmeye yönelik bir çabadır.
Fakat sebebi ne olursa olsun dışlamanın, listeyi bu şekilde sabit tutmanın ilkesel ya da jeopolitik hiçbir maksada hizmet etmeyeceği kesin. Duyarlar mı, dinlerler mi bilmem ama Biden Yönetimi’nin bundan üç yıl önce Center for American Progress (CAP) tarafından yayınlanan “Securing a Democratic World” raporuna bakmasında fayda var derim. Raporda yazarlar hem Amerika’nın demokrasiye neden önem vermesi gerektiğini, hem de kimlerin davet edilebileceğini anlatıyor.
Önerileri 2000 yılında Bronislaw Gemerek ve Madeleine Albright’ın ortak inisiyatifiyle kurulan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 120’den fazla üyesi olan Community of Democracies yapısını esas almaları, Demokrasiler Zirvesi’ne bu yapının üyelerini (çok uç noktalarda olmadıkları sürece) davet etmeleri. Ben olsam V-Dem gibi bu konularda güvenilir veri sağlayan sivil oluşumlarının demokratikleşen ülkeler kategorisine koyduklarını da listeye ilave ederdim.
Türkiye’den baktığımda da davetli listesinde yer almak için çaba harcardım. Bir yandan diplomasimle argüman üretip muhataplarımı ikna etmeye çalışırken diğer yandan ilişkilerde sürtüşmeye neden olan, hukukun üstünlüğünü sorgulatan konularda adımlar atardım. Amerika’nın her zaman rasyonel davranmadığından, hedeflerine ulaşmak için doğru araçları ve politikaları seçmekte zorlandığından yola çıkardım. İyi, huzurlu ve mutlu bir Pazar günü dileğiyle…