Beklentilerden vizyonlara bir ufuk turu…

Dünyada çok sorun var. Hepsinin çözümünü beklemek gerçekçi değil. Özellikle de devletler arasındaki sorunların çözüleceği krizsiz, savaşsız, savaşa hazırlıksız bir dünyada yaşamak hayal. İster insanın doğasından, ister sistemin yapısından, ister aidiyetlerden, kimliklerden olsun çıkar çatışmaları, beklenti yarışları bundan önce olduğu gibi bundan sonra da olacak.

Mutlak anlamıyla barış, her ne şekilde tanımlarsanız tanımlayın mutlak anlamıyla adalet muhtemelen hiç bir zaman sağlanamayacak. Ukrayna’da barış olsa, Rusya ile Amerika bugün uzlaşsa yarın yine bir yerlerde bir şeyler olacak. Çin Amerika’yı, Amerika dünyanın neredeyse tamamına yakınını kendisi için tehdit olarak görmeyi sürdürecek.

Dünya herhalde hiç bir zaman tam adil olamayacak. Adalet bundan önce olduğu gibi bundan sonra da büyük anlatıların yorumladığı güçlünün çıkarına hizmet eder bir anlayış olarak kalacak. Zaman zaman günün hakkaniyet anlayışına yaklaşıldığını, bölüşümün ve paylaşımın daha eşitliklikçi yapılabildiğini görsek de birileri her zaman diğerinin hakkına müdahale edecek.

Bu nedenle devletler ve onların davranışlarını anlamlandırmaya çalışanlar açısından önemli olan gerilimleri, riskleri, tehditleri ortadan kaldırmak, ebedi ya da edebi barışı beklemek, mutlak adaleti sağlamak yerine ona ne kadar yaklaşıldığını, risk ve tehditlerin ne kadar yönetildiğini değerlendirmek olmalı.

Bir de sanırım dünyaya özcü bir pencereden bakmamalıyız. Yani mesela Türkiye ile Yunanistan söz konusu olduğunda muhatabınızın geçmişteki beklentilerine, var olan sorunların derinliğine bakıp, çözümün de mutlak olduğunu varsayıp iki ülkenin asla uzlaşmayacağını düşünmemeliyiz. Çünkü bazen statükoyu dondurarak uzlaşmak, ülkeler arasındaki gerilimleri, krizleri aşmak mümkün.

Biraz siyasi irade ve o iradeyi destekleyecek nesnel zeminle birlikte devletler pek ala bir araya gelip sorunlarını yönetebiliyor. Mısır’la, İsrail’le, BAE’le Türkiye barışabiliyor. Fransa ve Almanya tarihleri boyunca birbirlerine yaşattıkları kıyıma rağmen Avrupa Birliği projesinin temellerini atabiliyor.
Yeter ki güncel olan aklımızı rehin almasın, devletler ve hatta toplumlar arasındaki dostlukların kalıcı olacağı, bir sorun çözüldü diye tarihinin sonunun geleceğini zannetmeyelim. Kişiler arasında da, farklı toplumsal gruplar arasında da, devletler arasında da çıkar ve beklenti çatışmalarının her zaman olacağını kabullenelim.

Uluslarası Kriz Grubu’ndan Joost Hilterman’ın geçtiğimiz günlerde Foreign Policy’de yazdığı ve Türkiye’de pek çok yorumcunun siyasi refleksleriyle içselleştirdiği gibi Ortadoğu’da ya da başka bir yerde liderler buluşuyor, konuşuyor ama aslında hiç bir sorun çözülmüyor diye düşünmeyelim. Sorunların büyümemesini, tırmanmamasını da bir siyasi sonuç olarak görelim.

Ayrıca unutmayalım ki, sorunlu alanlar söz konusu olduğunda gelecek geçmiş üstüne inşa edilmez.

Sadece geçmişin içinden özenle seçilen bazı öğeler kullanılır, tarih bir anlamda yeniden yazılır, daha doğrusu kimi yönleri diğerlerinden daha fazla önemsenir, kurgulanmaya çalışılan geleceğe müzahir yeni bir sinopsis çıkartılır.

Retorik hemen her yerde ve hemen her zaman siyasi tercihlerle değişir. Bugün düşman olan yarın dost, dün dost olan yarın düşman olur. Sorunlarını aşmak, gücünü pekiştirmek isteyen devletler için önemli olan geçmişte ne dendiği, ne yapıldığı değil bugün karşı karşıya olunan sorunların çözümü için hangi adımların atıldığı, çıkarların ve kazanımların ne denli korunduğudur.

Politika kitlesel destek ve/veya uluslararası meşruiyet için üretilen söylemin içine hapsedilirse sebeple sonuç arasındaki bağ kopar, rasyonel olmaktan, çıkarlara hizmet etmekten çıkar, ülkelerin krizlere, savaşlara, felaketlere sürüklenmesine neden olur. Esneklik, yani pragmatizm dünya siyasetinin olmazsa olmazlarındadır.

Ki Türkiye de -zaman zaman değişimi okumakta gecikse ve bazen kişisel nedenlerle dirense de- bu esnekliği gösterebildiğini son bir yüzyıllık cumhuriyet tarihi boyunca defalarca ispatlamıştır. İki dünya savaşı arasında önce Sovyetler Birliği’ne, sonra İngiltere’ye dayanılması, İkinci Dünya Savaşı sırasında hem Almanya hem de müttefiklerle işbirliği yapılması, savaş sonrasında güvenliğin Amerika’nın nükleer şemsiyesinde aranması bunun en bilinen örnekleridir.

Bugün de Türkiye dünya siyasetindeki dalgalanmalara göre pozisyon almakta, bir yandan kazanımlarını konsolide etmeye çalışırken, diğer yandan bir önceki sarsıntının sonucu olarak yıpranan ilişkilerini onarmaya, Arap Baharı’nın yaralarını sarıp Libya’dan Suriye’ye çıkarlarını korumaya, güvenliğini pekiştirmeye çalışmaktadır.

Son bir kaç aydır da daha rasyonel, dediği daha anlaşılır bir politika izlemeye başladığı izlenimi vermektedir. Dışişleri Bakanı Fidan’ın Pazartesi günü Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle yaptığı konuşmada söyledikleri de dışardan bakanlar ve Türkiye’yi anlamak, dış politikasını anlamlandırmak isteyenler açısından bence önemli ipuçları içermektedir.

Fidan, Türkiye’nin vizyonunun ne olduğu ve dünyayı nasıl gördüklerini anlatırken, muhataplarından ne beklediğini de açıklamış, Ermenistan’la ilişkilerden Amerika’yla sorunların çözümüne pek çok noktanın altını çizmiş. Vurguladıklarından biri de Kıbrıs’ta ille de iki devletli çözüm değil egemen eşitlik istedikleri, belli ki bunu müzakerelerin ön koşulu olarak gördükleri.

Bazıları eleştirse ve iddialı bulsa da ben Türkiye’nin bir vizyonunun, bu vizyona ilişkin bir stratejisinin olmasının gerekli olduğuna da inananlardanım. Fidan’ın ilki barış ve güvenliğin tesisi, ikincisi yapısal zeminlerin kurgulanması ve korunması, üçüncüsü refahın arttırılmasına yönelik dört ayaklı dış politika vizyonunu beğenmediğimi söyleyemem.

Ancak böylesi bir vizyonun hayata geçmesi, özellikle de AB ile ilişkilerin ve Amerika ile olan sorunların yönetilmesi için sadece diplomasinin, diplomatik temsilci sayısının, rasyonel seçimlerin, Türkiye’nin artan askeri ve siyasi ağırlığının, krizlerin çözümünde oynadığı rollerin yetmeyeceğini de bir kez daha hatırlatmak zorundayım.

Güçlü ve etkili olmak, ikna kabiliyetini arttırmak, girdiği pazarlıklardan daha da karlı çıkmak istiyorsa Türkiye’nin imajını, algısını değiştirmesi şart. Bu da insan hakları sorunlarını çözmesi, dünyaya demokrasiyle sorunu olmadığını göstermesi ve ekonomisini krizden çıkarabileceğini ispatlamasıyla mümkün…

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum