Arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık şart...
Ukrayna’daki savaş Türkiye’yi pek çok açıdan ilgilendiriyor ve etkiliyor. En çok ilgilendiren tarafı doğal olarak savaşın tırmanma, bölgeselleşme ve nükleerleşme olasılığı. Başta ABD’ninki olmak üzere yapılan askeri yardımlar bu olasılığı güçlendiriyor. Rusya şimdiye değin ülkeye ulaşan yardımları, askeri malzemelerin depolandığı alanları hedef seçmiş olsa da, yardım konvoylarının sınırda vurulma ihtimali krizin dünya savaşına dönüşme potansiyelini içinde barındırıyor.
Rusya’nın Washington’daki Büyükelçisi Anatoly Antanov Newsweek’de yer alan bir açıklamasında bu konuyu gündeme getirmiş, Ukrayna topraklarındaki askeri yardım konvoylarının meşru hedef sayılacağını belirtmişti. Zaten başka mecralarda da Antonov’un ABD Dışişleri’ni uyardığı yer almıştı. Büyükelçi coğrafi sınır çizse de savaşın mantığı bazen diplomasinin aklını aşabiliyor, istenmeden açılan sınır aşırı bir uyarı ateşi bile istenmeyen tırmanmalara yol açabiliyor.
İkinci konu Türkiye’nin tarafsızlığıyla ilgili. Bilindiği gibi Türkiye savaşın başından bu yana iki ülkeye de eşit denebilecek mesafede duruyor. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunurken ve sattığı dronlarıyla savaşta fark yaratılmasını sağlarken, Rusya’yla olan ilişkilerini ve mesafesini korumaya çalışıyor, kendini yaptırım histerisi dışında tutmaya özen gösteriyor. Bu dengenin korunması sadece ekonomisi, turizmi açısından değil başka çıkarları açısından da önemli.
Rusya isterse Türkiye’yi ve Avrupa’yı rahatsız etmek için mesela İdlip’e bir harekat düzenleyerek milyonla insanı bir anda Türkiye sınırlarına yönlendirebilir. Türkiye’nin de koruma önlemlerini kaldırıp akışı Yunanistan üstünden AB’ye yöneltmekten başka seçeneği kalmayabilir. Rusya’nın PKK ile işbirliğini derinleştirebileceğini, Kafkaslar ve Libya’da müdahaleleriyle komplikasyonlar yaratabileceğini de görmezden gelemeyiz.
Yine de savaşın uzaması Türkiye’yi taraf seçmeye, yaptırımlara katılmaya zorlayabilir. Mesela F-16 ya da F-35 pazarlığı, özellikle de diplomasiden umut kesildiğinde, Rusya ile olan ilişkilere bir şekilde mesafe konmasına yol açabilir. Ayrıca Türkiye’yi taraf seçmeye teşvik edecek baskı Rusya’dan da gelebilir. Rusya’nın Karadeniz filosundaki amiral gemisi kaybını başka filolarındaki gemilerle telafi etmeye kalkması şu anki pozisyonunu sürdürmesini imkansız hale getirebilir.
Rusya’nın geçiş talebinde bulunması hem Montrö’yü yorar, hem de Türkiye’yi taraf seçmek durumunda bırakır. Çünkü Türkiye’nin Sözleşmenin 19’uncu maddesinin ikinci paragrafına dayanarak savaşan devletlerin savaş gemilerinin geçişini, 21’inci maddesine dayanarak, yani kendisini pek yakın bir savaş tehdidinde varsayarak da tüm savaş gemilerinin geçişini (sözleşmede bahsedilen istisnalar dışında) yasaklayarak kurduğu denge bozulur.
Savaşın sürmesinin yaratacağı üçüncü önemli sorunsa tahıl, yağlı tohumlar ve enerji tedarik ve fiyatlamasında yaşanacakların Türkiye’yi hem doğrudan hem de yakın çevresinde çıkabilecek istikrarsızlıklar nedeniyle dolaylı etkileme olasılığıdır. Zaten zorlanan, teori tartışmaları ve yanlış yatırım kararlarıyla çalkalanan, sabit gelirlileri canından bezdiren ekonomi, krizin uzaması ve tırmanmasıyla daha da zorlanabilir. Yakın çevremizdeki ülkelerin tahıl ithalatında yaratacağı istikrarsızlıklar da bizi emin olun ciddi şekilde etkiler.
Dördüncü önemli tehlike ise çoğumuzun önemsemediği ama genç araştırmacılardan Elif Karaalioğlu’nun çalıştığı kurum EDAM için yazdığı kısa notta hatırlattığı nükleer sızıntı riskidir. Elektrik enerjisinin önemli bir kısmını nükleer enerjiden sağlayan Ukrayna’da Çernobil dışında dört santral daha bulunmakta ve bunlarda 15 reaktör bazıları zaman zaman kapatılsa da çalışmaktadır. Bu reaktörlerden herhangi birinde operasyonel veya askeri tesadüfi nedenlerle olabilecek bir sızıntı bizim için çok ciddi sorunlar yaratır.
Diğer yandan savaş Türkiye için fırsatlar da yaratmış, gücünün ve öneminin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. SİHA’larının teknolojik üstünlüğü, askeri operasyon kabiliyeti ve Boğazlarının stratejik önemi artık iyice idrak edilmiştir. Hukukun üstünlüğünü tesis edebilirse, insan hakları sorunlarını aşabilirse Türkiye’nin çıkarlarını koruması, beklentilerini karşılaması daha da kolaylaşacaktır. Üstelik güvenli bölge arayan Rus sermayesinin akışı da ekonomiyi rahatlatacaktır.
Fakat savaş tırmanırsa, derinleşirse ve hatta sadece uzarsa bazılarını bu yazıya sığdırabildiğim sorunların Türkiye’yi zorlaması kaçınılmaz hale gelir. Bu nedenle de Türkiye’nin ateşkesin sağlanması amacıyla daha fazla çaba harcaması, belki bir uluslararası barış cephesi kurmak amacıyla diplomatik inisiyatif geliştirmesi gerekir. Tabii ki dengelerini koruyarak, çıkarlarını gözeterek, insani yardımlarını arttırarak, başarılı olamamayı göze alarak…