Vesayete rıza göstermeyen siyasetçi hain midir?
Türkiye dahil bütün Müslüman toplumları ifsat eden en önemli unsur “vesayete rıza” ve “itaat” zihniyetidir. Tarihsel süreç içinde oluşan farklı kültürel iklim havzalarında zaman zaman itaat kültürüne teslim olmayan daha özgürlükçü düşünce adacıkları ortaya çıkmış olsa da, Müslüman dünyanın genel düşünce karakteristiği “itaatçi” ve “vesayetçi” çizgiyi izleyerek bugünlere gelmiştir.
Müslüman dünyanın insanları bazen dini bir kişiliği kendilerine vasi tayin ederek, bazen de siyasi bir lideri kutsallaştırarak toplum içinde statü kazanmayı tercih etmişlerdir. İlk bakışta masum bir durum olarak görülebilecek olan bu yaklaşımın, zamanla bütün bir toplumun değerler skalasını tahrip ederek akıl ve mantık dışı bir istikamete yöneltmesi kaçınılmazdır.
Maalesef Müslüman dünyanın tarihinde pek çok sultanın, halifenin, padişahın kutsallaştırıldığını onları eleştirmenin, hatta yönetim tarzlarına itiraz etmenin Sünni ulema tarafından “fitne” olarak değerlendirildiğini biliyoruz. Aynı şekilde dini şahsiyetlere itaat etme de neredeyse dini bir vecibe olarak değerlendirilmiştir. Kuşkusuz itaat kültürünü eleştirmek, dini ve siyasi şahsiyetlere saygısızlık yapmak anlamına gelmiyor.
Vesayet ve itaat kültürünün toplumları nasıl bir akıl ve irade iflasına sürüklediğini daha iyi anlayabilmek için, Türkiye’nin son dönemde yaşadığı acı tecrübelere bakmakta yarar var. İşin başında bir vaizin etrafında oluşan cemaat yapısı, zamanla insanların akıl ve iradelerini o vaize ipotek etmeleri sonucunda tehlikeli bir örgüte dönüşmüş ve 15 Temmuz ihanetiyle bütün bir ülkeye büyük acılar yaşatmıştır.
Sanki böylesine acı bir tecrübe yaşanmamış gibi şimdi de siyasette benzer bir akıl tutulmasını yaşıyoruz. Siyasi liderlik meselesi öylesine kutsal bir merkez haline gelmiş bulunuyor ki, dindar kimliğe sahip hiçbir bireyin aklından geçmesi bile mümkün olmayan lideri kutsallaştırma tavrı, adeta Allah’a bile kafa tutan bir lider tapınmasına dönüşmüş bulunuyor.
Mesela AK parti içinde yer alan milletvekillerinin, belediye başkanlarının, il başkanlarının “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile bir ibadettir, Başbakanımız bizim için adeta ikinci peygamber gibidir” şeklindeki beyanları Allah’a inanan bir insan aklıyla izah etmek mümkün değildir. Bu olsa olsa bir hezeyan halinin tezahürü olabilir ancak…
Ama ne yazık ki yaşadığımız manzara bu. Eğer Allah’ın verdiği akıl gibi büyük bir nimeti dini ya da siyasi bir lidere emanet etmişseniz, bu dramatik sonuç kaçınılmazdır.
Böylesine lider tapınmasının yaşandığı bir siyasi atmosferde, AK Parti’den ayrılarak ayrı partiler kuran Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun “İçimizdeki Mescid-i Aksa’ları yıkmak isteyenler…” olarak tanımlanıp ihanetle suçlanması ne yazık ki normal bir davranış olarak algılanmaktadır.
İşte genel olarak Müslüman dünyanın yaşadığı zihinsel sapmanın esas kökleri tam da bu zihniyet yapısından kaynaklanıyor. Aslında siyasi bir parti kuruyorsunuz ama onu bir tekke gibi işletiyorsunuz. Yani şeyhe asla söz söylenemez, o izin vermeden dizüstü oturma vaziyetinizi bile bozamazsınız, kapıdan sırtınızı dönerek çıkamazsınız…
Kısacası memleketimizdeki siyasi parti anlayışı aynen bu tekke düzenine göre işlemektedir. Bu yüzden Babacan, geçtiğimiz haftalarda katıldığı televizyon programında AK Parti milletvekili iken Abdullah Gül’ün muhalefetin ortak adayı olması yönündeki çalışmalar yürütülürken “projenin göbeğindeyim” ifadesi yüzünden adeta siyasi bir linçe maruz kalmış ve hain olarak ilan edilmişti. Cuma günü Global TV’de konuşan Babacan bu kampanyanın “üç yalan” üzerine bina edildiğini açıkladı. AK Parti milletvekiliyken Erdoğan’a karşı Abdullah Gül’ü desteklediği iddialarına ilişkin konuşan Babacan: “Burada kronolojik bir yalan var. Önce imza verdi, sonra CHP’nin adayını destekledi yalan. Gizli olduğu iddiası da yalan, bunu AK Parti’nin nemli bir bölümü de biliyordu. Sayın Gül o zaman bağımsız ve tarafsız bir Cumhurbaşkanı adayı olarak konuşuluyordu. Erdoğan’ın adaylığı 3 Mayıs’ta. Ben Gül’ün adaylığı gündemden kalktıktan sonra Erdoğan’ın adaylığı desteklemiş oldum” diyor.
Kuşkusuz siyaseten böyle bir konuşmaya hiç gerek olmayabilirdi. Ama siyasi bir liderin bu sözlerinden ihanet çıkarmak, olsa olsa bir cahiliye anlayışı olabilir…
Hayatının belli bir döneminde siyasi bir liderle yol yürüyen, fikri ve de siyasi ayrılığa düşünce de farklı istikamete giden bir siyasetçinin ömrünün sonuna kadar o liderin dizinin dibinde oturması için bir ayet ya da bir hadis yok bildiğim kadarıyla…