Üstün Hoca’ya ayar vermek AK Parti’ye çok mu yakıştı?
Ülkeyi yönetenler gerçekten çıldırmış olmalı… Düşünebiliyor musunuz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bir televizyon programında, sanki gurur verici bir icraatta bulunmuş gibi ülkenin en saygın bilim insanlarından birisi olan Prof. Dr. Üstün Ergüder Hoca’yı hedef gösterebiliyor. Boğaziçi’ne kayyım rektör atanmasını doğru bulmadığını söyleyen Hoca’yı destek vermemesi için uyardığını övünerek anlatan Soylu’nun ifadeleri şöyle: “Kendisini aradım böyle işlere girmemesi lazım geldiğini söyledim. Üstün Ergüder... Bu işlerin göbeğindendir ve içindedir. Hala daha bu işleri kaşımak için yazılar yazıyor, tahrik ediyor. 80 yaşında. Bu ülkenin ekmeği ile büyümüş, Boğaziçi Üniversitesi’ni öğretim üyelerinin üzerinden karıştırması ahlaksızlığın dibidir. Bu kadar basit. Buna pirim vermeyiz ve vermeyeceğiz.” Bir içişleri bakanı için ne büyük icraat ama…
28 Şubat’ın o zor günlerinde başörtülü öğrencilerin haklarını savunan ve Boğaziçi Üniversitesi’ne başörtüsü ayıbı yaşatmayan saygın bir bilim insanını uyarmak İçişleri Bakanımıza çok yakıştı doğrusu…
AK Parti iktidarı bu şeref madalyasıyla(!) dünya durdukça övünebilir…
28 Şubat döneminde mağduriyet yaşayan ama şimdi mağduriyet yaşatan konumunda olan bazılarında küçük de olsa bir utanma duygusu yaratır mı bilemem ama, Prof. Üstün Ergüder 15 Şubat günü KARAR’da Taha Akyol’un
“Türbanın en sıkı yasaklandığı dönemde siz bu öğrencilere kapıları açtınız. İyi mi ettiniz?” sorusunu şöyle cevaplamıştı: Çok çok iyi ettim. Zor günlerdi. Yokuş yukarı bir savaştı. Aynı yoğunlukta olmamakla birlikte birçok üniversitemizde bu yasak uygulanıyordu. Rektörler Komitesi gibi diğer rektörlerle bir araya geldiğimiz toplantılarda üniversitenin ismini vermeden ‘Boğaz sırtlarındaki bazı üniversitelerimiz bu yasakları uygulamıyorlar’ diye eleştiriler alıyorduk.”
İçişleri Bakanı’nın, 28 günlerinde akademik özgürlüğü savunan Üstün Ergüder Hoca’yı hedef göstermesi artık hiçbirimizi şaşırtmıyor. Çünkü AK Parti geçmişte neyi savunmuşsa, bugün tam tersini yapmakla övünüyor.
Evet, epey bir süredir Türkiye “ben yaptım oldu” temeline dayalı dayatmacı bir zihniyetle yönetiliyor. Her sabah başka bir kabusla uyanıyoruz, bir siyasetçi çıkıyor demokratik haklarını kullanarak eylem yapan öğrencileri “terörist” ilan ediyor, bir başka siyasetçi ise “başlarının ezilmesi” gerektiğini söylüyor. Bu da yetmiyor ülkenin içişleri bakanı saygın bir bilim insanımıza ayar verdiği için ne büyük işler başardığını övünerek anlatıyor…
Hiç umudum yok ama, eğer AK Parti kuruluş hafızasını tümden yitirmemişse ve hala partinin ilkelerini hatırlayan birileri kalmışsa çıksa ve Süleyman Soylu’ya “Biz akademik özgürlüğü savunarak yola çıktık” diyerek partinin şu ilkelerini anlatabilse: “Temel görevi özgürce bilgi üretmek, yaymak, ulusal ve uluslararası düzeyde bilimsel araştırma ve incelemeler yapmak ve nitelikli bir eğitim-öğretim vermek olan üniversitelerimiz, son yıllarda uygulanan yanlış politikalar nedeniyle problem yumağı haline gelmiştir.”
Liyakatin, kalitenin adeta devlet kurumlarından kovulduğu, seviyenin hiçbir anlam ifade etmediği çaresiz bir Türkiye görüntüsünü seyretmek insana gerçekten acı veriyor.
Maalesef dindarların iktidarında kalitesizlik kaliteyi, seviyesizlik seviyeyi kovar hale gelmiş bulunuyor. Bu öyle bir atmosfer ki kalitesizlik adeta dalga dalga yayılarak devletin kurumsal hafızasını zaafa uğratıyor, toplumsal ilişkileri zehirliyor.
Ve daha dramatik olanı da, kalitesizliğin ve seviyesizliğin bir hayat biçimi haline gelmesiyle birlikte ülkenin hukuki öngörülebilirliğini kaybediyor olmasıdır.
Kabul etmek gerekiyor ki böyle bir ortamda Türkiye’nin “hukuk devleti” olma hayali de, akademik özgürlükler de, basın ve ifade özgürlüğü gibi hayati değerlere sahip olabilmesi de giderek imkansız hale geliyor.