Tek lider ve tek aşıyla itibar denemesi
Koronavirüs salgınıyla mücadele ettiğimiz şu günlerde hayatımızı doğrudan ilgilendiren en önemli konu; hangi aşıyı kullanacağız, ne zaman aşı olacağız? Şu an itibariyle tek seçeneğimiz sadece Çin aşısı gibi görünüyor. Bu ifadenin Çin aşısına güvensizlik gibi algılanmasını istemem, kuşkusuz o da önemli bir aşı. Esas sorulması gereken, Türkiye gibi büyük bir ülkenin böylesine tek aşı seçeneğine mahkum olmasıdır.
Neden Türkiye’nin böyle bir çaresizlik görüntüsü sergilediğini anlayabilmek için galiba bu konuda kısa bir özete ihtiyaç var.
Biliyoruz ki şu an itibariyle iki Türk bilim insanının buldukları ve Amerikan Pfizer firmasıyla ortak ürettikleri “Biontech aşısı”nın üçüncü faz testlerinin ara sonuçları açıklandı. Aynı şekilde İngiliz AstraZenca ve Amerikalı Moderna firmalarının aşı çalışmalarının da üçüncü faz ara sonuçları açıklandı. Şimdilik en muteber aşılar da bunlar...
Dolayısıyla ülkelerin büyük çoğunluğu bu aşılara yönelmiş bulunuyor. Başta ABD olmak üzere, AB, İngiltere, Japonya, Kanada gibi ülkeler Çin ve Rusya’nın ürettiği aşılar dışındaki bütün aşılardan siparişlerini vermiş durumdalar. Bize ise kala kala Çin aşısı kaldı. Buradan da şimdilik alabildiğimiz sadece 50 milyon dozluk bir miktar... Bu miktarın tamamı geldiğinde bile ancak nüfusumuzun yüzde otuzuna ancak aşı yapabileceğiz.
Gelişmiş ülkeler dışındaki ülkeler bile zamanında planlamalarını yapıp alternatifli bir şekilde aşı sözleşmelerini bir iki ay öncesinden imzalamışlar ve aşılama çalışmalarına başladılar. Artık kendimizi gelişmiş Avrupa ülkeleriyle kıyaslamaktan vazgeçtik... Ama bir gerçek var ki en muteber aşıların alımı konusunda Meksika, Şili, Peru, Ekvador ve Kostarika gibi ülkelerin bile zamanında sözleşmelerini yapıp siparişlerini vermeleri Türkiye adına gerçekten hüzün verici. Demek ki “yerli ve milli masalları” anlatarak ‘büyük devlet’ olunamıyormuş...
Eğer salgınla mücadele stratejinizi akıl-bilim ve şeffaflık üzerine bina etmemişseniz, meseleyi “70 ülkeye maske yardımında bulunduk” gibi bir gösteriye dönüştürmüşseniz, daha da önemlisi paranız yoksa zamanında aşı siparişi yapamaz ve sonunda Çin aşısıyla yetinmek zorunda kalırsınız. Evet yoksullar ligine hoş geldiniz...
Peki neden böyle oldu?
Çünkü biz memleketin bütün kurumlarının tek lidere bağlandığı, sorunların çözümü için yukarıdan talimat beklendiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi garip bir rejimle yönetiliyoruz. Bu rejimde kurumlara ihtiyaç yok... Eğer gerçek anlamda bir parlamenter sistem ya da kuvvetler ayrılığının, denge-denetlemenin olduğu bir başkanlık sistemiyle yönetiliyor olsaydık Sağlık Bakanlığı daha işin başında salgınla mücadele stratejisini belirler, şeffaf bir şekilde yönetir ve ülkenin ihtiyacı olan aşıların alımını bütün medeni ülkeler gibi zamanında yapardı. Ama bizde rejim böyle işlemiyor, zira ne kadar ve ne zaman aşı alınacağına ancak cumhurbaşkanı karar verebilir.
Eğer gerçek anlamda demokratik bir hukuk devleti olsaydık kimin ne kadar özgürlüğe ve de adalete ihtiyacı olduğuna devleti yönetenler değil, hukuk karar verirdi.
Eğer demokratik bir sistemle yönetiliyor olsaydık ülkenin ekonomi politikalarını tek kişinin talimatlarıyla değil, ekonomik gerçekliklere hakim, piyasa şartlarını bilen liyakatli ekonomistlerin ortak aklıyla belirlerdik.
Galiba herkesin bildiği bir gerçeğin altını tekrar tekrar çizmek gerekiyor; eğer bir ülkede kimin ne kadar demokrasiye, ne kadar özgürlüğe, hangi kalitede ve ne miktarda aşıya ihtiyacı olduğunu tek bir kişi belirler hale gelmişse o ülkenin ne kendi halkı nezdinde, ne de dünya ülkeleri arasında bir saygınlığının ve itibarının olması mümkün değildir.
Unutmayalım ki enflasyon ve işsizlik rakamlarını kağıt üstünde düşük göstererek, vaka sayılarının açıklanmasında şeffaflığa riayet etmeyerek itibar ve güven kazanamayız. Doğru haber yapan gazetecileri, yazarları, düşünce ve sivil toplum insanlarını cezaevine atarak, akademide farklı düşünenleri, konuşanları susturarak ülkenin itibarını arttıramayız. Yargıyı siyasallaştırıp mahkemelerin bağımsızlığına gölge düşürerek Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğuna kimseyi inandıramayız. Toplumun belli kesimlerini ötekileştirip düşman ilan ederek güvenilir bir ülke olamayız. Neredeyse dünya ülkelerinin büyük bir bölümüyle kavga ederek, düşman ilan ederek yalnızlıktan kurtulamayız.