Ritmi, melodiyi ihya eden bir dahi Hacı Arif Bey
Türk Müziği, Osmanlı coğrafyasının sınırları ile birlikte üç kıtaya yayılan; geldiği toprakları etkileyen ve o topraklardan da etkilenen, kültürel ve sanatsal anlamda estetik birikime sahip bir müziktir. Ve her şeyden önce de makamsal bir müziktir.
Çok sayıda makam ve usul, tek sesli olarak eserlere şekil vererek zengin bir estetik yaratmıştır. On sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda zirve isimlerle yüksek bir anlatıma ulaşmıştır. Notanın az kullanılması sebebiyle, daha çok meşk yoluyla kulaktan kulağa intikal etmiştir.
Genel olarak sözlü bir müzik olduğu için doğal olarak güfteye dayalıdır. Şiirsel yapı onun müziksel yapısıyla birleşmiş, kendine has bir akıcılık ve sağlam bir yapı yaratmıştır.
Türk musikisinin dahi sanatçıları 16, 17, 18 ve 19. Yüzyıllara damga vurmuşlardır. Bu konuda ilk aklımıza gelen isimler Itri, Hafız Post, Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Şevki Bey ve Kemani Tatyos Efendi gibi büyük bestekarlardır.
Bu çerçevede belki de özel bir not düşülmesi gereken en önemli bestekarlardan birisi de Hacı Arif Bey’dir. Türk musikisinde “neo-klasik” ve “romantik” denilen sanat akımının kurucusudur. Ritim çeşitliliği, melodi renkliliği ve zenginliğiyle dikkati çeken şarkı bestekârlığındaki üstün seviyesiyle Hacı Arif Bey bu formun gerçek anlamda ihya edicisi kabul edilir. Hacı Arif Bey hiçbir sazı çalmasını, hatta nota yazısını dahi öğrenmediği halde bestekârlık dehası ile zamanına damga vurmuş bir bestekardır.
Hacı Arif Bey’in güftesini kendisinin yazıp bestelediği o meşhur şarkısı “Bakmıyor çeşm-i siyah feryade” şarkısını her zaman adeta nefesimi tutarak dinliyorum ve hayat sanki duruyor, tıpkı müzik dünyasında anlatılan şu rivayet gibi… Hamiyet Yüceses, Taksim’de bulunan Kristal Gazinosunda bu şarkıyı söylerken dışarıda trafik durur, gazino müşterilerinden daha büyük bir kalabalık meydanda birikir, ancak şarkı bittiğinde her şey normale dönermiş.
Bakmıyor çeşm-i siyâh feryâde,
Yetiş ey gamze yetiş imdâde.
Gelmiyor hançer-i ebrû dâde,
Gel ne korkarsın ecel sîmâ-yı zerdimden benim,
Kurtar Allah aşkına dünyâyı derdimden benim.
Yetiş ey gamze yetiş imdâde.
Hacı Arif Bey’in bazı şarkılarının hikayesi aşk yaraları, gönül kırıklıklarıyla doludur. İnce ruhludur ve yüreğinin ırmaklarından aşk şiirleri akar adeta. Sarayda olduğu yıllarda gönlünü bir câriyeye kaptırır. Böylece; olağanüstü güzel gözlerinden dolayı pâdişah tarafından Çeşm-i Dilber adı verilen bu Çerkes güzelinin aşkıyla Ârif Bey’in hassas kalbi, aşk derdiyle hemhâl olup hüzün damıtmaya başlar. Hatta Çeşm-i Dilber'in aşkıyla Kürdîlihicazkâr adında yeni bir makam bile yaratmıştır.
Sonunda Hacı Ârif Bey'in Çeşm-i Dilber'e olan ilgisi Sultan Abdülmecîd'in kulağına gider ve Sultan, kendi hanımı olmaya hazırlanan bu kızı Ârif Bey'le hemen evlendirir. Saraydaki cariyelerin gönlünde taht kuran Hacı Arif Bey sevdiği kadınla, padişahın hediyesi olan Taşlık’taki konağında yaşamaya başlar. Cemil ve Nebiye adını verdiği iki çocuğu dünyaya gelir. Ancak Çeşm-i Dilber kısa süren bir mutluluk döneminden sonra eşini ve çocuklarını terk eder. Bu olaydan kalbi derin yara alan Hacı Arif Bey, ölünceye kadar üzgün ve kederli bir kişiliğe bürünür. Bu dönemde Çeşm-i Dilber için bestelediği; “Niçin terk eyleyip gittin a zalim” ve “Düşer mi şanına ye şeh-i huban” şarkıları, kırgın ve hüzün damıtan bir kalbin dile gelişleridir.
Hacı Arif Bey'in düştüğü duruma çok üzülen Sultan Abdülmecîd, onu affederek yeniden saraydaki görevine getirdi. Herkes onun saraya dönüşüne çok sevinmişti ki Arif Bey'in hassas gönlü yine câriyelerden birine, Zülf-i Nigâr'e düşer. Zülf-i Nigâr da Hacı Arif Bey'e aşıktır ve padişah bir kez daha, skandal çıkmasına izin vermeden Arif Bey'i saraydan uzaklaştırarak Zülf-i Nigâr'la evlendirir. Bu evlilik her ikisi için de çok mutlu başlamıştır ama bu mutluluk uzun sürmez. Çünkü Zülf-i Nigâr Hanım, devrin çaresi henüz bulunamamış en korkunç hastalığına, vereme yakalanır. Zülf-i Nigâr Hanım'ın çaresiz hastalığı ilerledikçe acılara boğulan Arif Bey, sözleri Namık Kemal'e ait olan meşhur segâh şarkısını bu dönemde bestelemiştir.
Olmaz ilâc, sîne-i sâd-pâreme
Çâre bulunmaz bilirim, yâreme
Baksa tabîbân-ı cihân, çâreme
Çâre bulunmaz bilirim, yâreme
Hacı Ârif Bey, Hamâmîzâde İsmâil Dede’den sonra XIX. yüzyılın en büyük bestekârı ve özellikle şarkı formunda Türk musikisinin en önde gelen sanatkârı kabul edilir. Şarkılarının çoğunun güftesi Mehmed Sadi Bey’e ait olan Arif Bey velut bir sanatkârdır. Kuvvetli bir hâfızaya sahip olduğundan ezberinde binlerce eser bulunan Hacı Arif Bey, aynı zamanda Türk musikisi tarihinin sayılı hanendeleri arasında yer alır. Sesinin güzelliği üstün musiki kabiliyeti ve sanat anlayışı ile birleşince ortaya müstesna bir icra üslûbu çıkmıştır. Okuyuşundaki güzel tavrı hocası Hâşim Bey’den aldığı söylenir.