Örtünün altında mafya-siyaset cilveleşmesi
Neredeyse yüzyıllık siyasi tarihimizin belli dönemlerinde zaman zaman gizlilik perdesinin ardına saklanan, zaman zaman da aşikar bir şekilde memleketin sokaklarını kirleten mafya-siyaset ilişkisinin var olduğu bir gerçek.
Son günlerde 1990’lı yılları hatırlatan bu kirli görüntülerin yeniden zihinlerimizi, sokaklarımızı kirletir hale gelmesi Türkiye adına gerçekten büyük bir talihsizlik. AK Parti iktidarının ilk yıllarında kararlı bir siyasi irade ortaya konulmuş, siyasetin sokağını kirleten çete-mafya görüntülerini unutmaya başlamıştık.
Ancak talihsizlik o ki yeni AK Parti, “Türk tipi” yeni rejimle birlikte demokrasi mahallesini terk edip 1990’ların “faili meçhul havuzu”ndan beslenen aktörlerle iş tutmaya başlayınca devlet adına racon kesen, kemik kıran ve de hukuk tanımayan vatan-millet sevdalıları(!) köşe başlarında yeniden racon kesmeye başladılar.
Ülkede bunca ekonomik kriz, demokrasi ve hukuk açığı yaşanırken yeniden karanlık ilişkileri konuşmak, doğrusu hiç hayra alamet değil. Maalesef yurt dışına kaçan bir organize suç örgütü liderinin dizi halinde yayınladığı video koşmalarında dile getirdiği iddialar hepimizin uykularını kaçıracak nitelikte. Bu iddiaların bir bölümü iftira ve çamur atma olabilir mi, elbette olabilir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, Sedat Peker’in iddiaları devletin içinde, kıyısında-köşesinde biriken kirlilikleri gün yüzüne çıkardı. Ve bu iddialar öyle geçiştirilecek türden değil. Hele de İçişleri Bakanı’na yönelik iddiaları kabul etmek mümkün değil. Normal demokratik bir ülkede İçişleri Bakanı çıkar, bu iddiaların yalan ve iftira olduğunu belgeleriyle şeffaf bir şekilde topluma izah eder. Aksi taktirde ülkede bir hukuk devletinden söz etmek imkansız hale gelir.
Ne yazık ki iktidarın meseleye ciddiyetle yaklaştığını söylemek mümkün değil. Tam aksine başta İçişleri Bakanı olmak üzere, neredeyse bütün iktidar temsilcileri ve danışmanlar iddiaların peşine düşmek yerine, muhalefetin peşine düşmüş durumdalar.
Hemen hatırlatalım, ortalığa saçılan ve kirlilik içeren bu iddialar konusunda yargı sessiz kalırsa AK Parti bu işten çok zarar görür.
Öyle “Mafyatik bir şahsın hezeyanlarından medet umarak…” diye başlayan yakışıklı cümleler kurarak muhalefeti suçlamak, maalesef iddiaları ortadan kaldırmaya yetmiyor. Çünkü devletin koruma verdiği bu suç örgütü lideri 2015 yılında AK Parti’yi desteklemek için Rize’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resmini de asarak düzenlediği ‘teröre lanet’ mitinginde “Barış için Akademisyenler İnisiyatifi” üyesi 1128 akademisyene yönelik “Adeta dünyanın şah damarları kesilmişçesine oluk oluk hepsinin kanlarını akıtacağız” şeklindeki tehdit mesajlarıyla meydan okurken hiçbir AK Partili yetkiliden “burası bir hukuk devleti, sen kimsin” itirazı yükselmemişti.
Unutmayalım otoriter bir zihniyet yapısının hakim olduğu toplumlarda ‘hukuk devleti’ zaafa uğradığı için, yargının da giderek bağımsız ve tarafsız hareket etme kabiliyetini yitirmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Ve doğal olarak şeffaf yönetim anlayışının bulunmadığı ülkelerde, organize suç örgütlerinin siyasete bulaşma riski her zaman yüksektir.
Çünkü hukukla denetlenemeyen otoriter yönetimlerin zaaflarını kullanan bazı organize yapılar, kendilerini devlet aygıtının yerine koyarak bazen muhalefeti, bazen akademisyenleri, bazen de medyayı hizaya sokmayı bir hak olarak görmeye başlarlar.
Eğer yargı, bir hukuk devleti anlayışı içinde görevini yapamaz hale gelirse ve devlete güven sarsılırsa, kendisini yasayla bağlı hissetmeyen kayıt dışı organize yapılar devlette etkin hale gelmeye başlarlar. Meclis eski Başkanı Cemil Çiçek’in ifadesiyle “Bu bir gün mafya örgütü olarak ortaya çıkar, bir gün de Gülen gibi dini cemaat örgütü olarak ortaya çıkar.”
Organize suç örgütü liderinin iddialarının odağında ‘90’lı yıllardaki karışık işlerin önemli aktörlerinden birisi olan Mehmet Ağar yer alıyor. İddialar gerçekten dehşet verici… Mesela Yalıkavak Marina’nın başında bulunmasıyla ilgili olarak Ağar bir taraftan “Biz olmasak buraya mafya çöker” diyor sonra İçişleri Bakanından özür diliyor ama iddialar havada uçuşmaya devam ediyor. Ayrıca şu ana kadar atılmış hiçbir hukuki adım da yok…
Bu çerçevede Independent Türkçe’ye konuşan Erkan Mumcu, Mehmet Ağar’ın iş insanı Mübariz Mansimov’u tehdit ederek Yalıkavak Marina’yı aldığı iddiasına verdiği cevapla ilgili söyledikleri bir ibret vesikası niteliğinde: “Kendisine marinanın nasıl patronu olduğu soruluyor. ‘Devlet görevi’ diyor. Şimdi bu ne demek? Siz devlet memuru musunuz diye sormak lazım. Devletin kendi işlerini görecek memurları yok mu? Devlet marina işletmeciliği mi yapıyor? Devlet işlerini yasa içinde kalarak göremiyor mu diye sormak lazım. Ama soramazsınız. Kimse de sormaz. Neden? Bu sözler bir taraftan kamuoyuna ‘Ben devlete hizmet ettim, beni meşru görün’ demek anlamına geliyor, diğer taraftan da paydaşlarına ‘Beni koruyun yoksa...’ anlamına geliyor.”