Önce kültürel mirasımızı sorgulayalım
Seçim sonuçlarına bakıp analizler yapıyoruz, bu kadar derin ekonomik krize ve fukaralığa rağmen iktidarın böylesine rahat bir seçim başarısı kazanmasını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Oysa bu sonuçlar son derece normal ve anlaşılmayacak bir şey de yok… Çünkü insanlar sadece ekonomik krize bakarak oy vermiyorlar. Bu toplumun sosyolojik yapısını dikkatle incelediğimizde görürüz ki bu ülkenin insanları ideolojik mahalle aidiyetlerine, dini hassasiyetlerine, kimliksel yapılarına göre oy verme davranışlarını belirliyorlar. Bu bazen “Şu partiye oy verirsem dinen vebal altında kalırım, Ayasofya’yı kaybederim” şeklinde tezahür ediyor, bazen de adını bile ilk kez duyduğu ve ne olduğunu bilmediği ‘LGBT korkusu’yla oyunun rengini belirliyor.
Doğal olarak böyle bir kültürel iklimdeki siyasal davranışları ya da iktidar mücadelelerini yüzyıllara dayanan İslam siyaset geleneğinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Zira biliyoruz ki bu siyaset geleneğinde din ve belli kutsallar her zaman belirleyici olmuş ve bütün Müslüman toplumların zihin dünyaları akla ve bilime göre değil, neredeyse dört halife döneminden bu yana silsile yoluyla gelen ‘itaat’ kültürüne göre şekillenmiştir.
İşte tam da bu yüzden, neden bizim ülkemizde de siyasetin normal demokratik ülkelerde olduğu gibi yapılmadığını ya da yapılamadığını söylemek, ne yazık ki bugün Türkiye’deki siyasi manzarayı izah etmede yetersiz kalıyor.
Maalesef yüzyıllar içinde adeta genetik kodlarımıza sirayet eden ‘kutsala ayarlı’ siyaset anlayışı, Müslüman toplumların ‘dünyalı’ olmalarının, bir başka deyişle rasyonel siyaset yapmalarının önündeki en büyük engeldir.
Oysa siyaset beşeri bir faaliyettir, dini bir vecibe değil… Bu çerçevede bakıldığında bireylerin siyasetle ilişkisi, kendilerini yönetmeye talip olanlardan beklentileri istikametinde şekillenmek durumundadır.
Buna göre insanlar iktidarların hukuka, adalete, liyakate riayet etmelerini, şeffaf ve hesap verebilir olmalarını, herkese eşit davranmalarını ve herkesin özgürlüğünü garanti altına almalarını isterler.
Hangi iktidar bu ilkelere riayet ederse, en doğru iktidar o dur. Önemli olan iktidarların hukuk ve adalet üzere olmalarıdır, ne kadar dindar olup olmadıkları değil. Ayrıca dinin insanlara önerdiği de bu değerlerdir.
Ancak kabul etmek gerekiyor ki Müslüman toplumların temel sorunu dinin vazettiği ilkelerden değil, kurdukları arızalı yapılardan kaynaklanmaktadır. Maalesef sorgulamadan devralınan geleneksel miras adeta din gibi sunulmuş, bu yüzden de Müslümanların hem dinin esasıyla bağları zayıflamış hem de dünya gerçekliğinin dışında kalmışlardır.
Oysa Kur’an’ın tek muhatabı insan aklıdır. Ne yazık ki Müslüman dünya aklı devre dışı bıraktığı için bu toplumlarda birey değil, halifeler, sultanlar, padişahlar tek yetkili hale gelmiş ve doğal olarak insanlar itaat eden kullar olarak kabul edilmişlerdir. Daha da vahim olanı, yöneticiler Allah adına iş gören kutsal varlıklardır.
İslam siyaset geleneğinden bugüne yansıyan en arızalı anlayış da budur. Oysa “İnsan, Allah’ın ne naibi, ne kalfası, ne de vekilidir. O yeryüzünde kendi adına hüküm süren, eylemlerinden lehte ve aleyhte sorumlu olan bir varlıktır. Allah için iş yapmak başka şey, Allah yerine iş yapmak başka şeydir. Hiçbir insanın Allah yerine iş yapma hakkı ve yetkisi yoktur.” (Prof. Ahmet Akbulut, Kur’an’a Yabancılaşma Süreci, s.49)
Her ne kadar kabul etmek zor gelse de itiraf etmek gerekiyor ki Yüzyıllar boyunca İslam ulemasının “Sultan zalim olsa da itaat etmek esastır, sultana itaatsizlik Allah’a itaatsizliktir” şeklinde fetva verdiği bir geleneğin devamı olan toplumlarda rasyonel aklın hakim olması ve de demokratik bir sistemin inşa edilebilmesi imkansıza yakın bir durumdur.
Kısacası neredeyse bütün İslam tarihi boyunca “erdemli krallık” ya da “adaletli sultan” anlayışıyla şekillenen ama adaletin kurumsallaşamadığı İslam toplumlarında bireyin yönetime müdahil olması sağlanamadığı için gerçek anlamda bir ‘hukuk devleti’ de inşa edilememiştir.
Müslüman toplumların bu tarihsel mirası dikkatle analiz edildiğinde, bugün itibariyle Türkiye dahil bütün Müslüman ülkelerin neden hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir sistem inşa edemedikleri daha iyi anlaşılacaktır.