Ölümün şehrinden Mahler’in 5. senfonisine Venedik’te ölüm…
"Ve orada, bu sefer de ölümün şehriyle hayatın şehri arasında, derin düşüncelere daldım. Önce ebedi sükun ve sessizliği, sonra sonu gelmeyen hüznü düşündüm.”
Halil Cibran
Bugünlerde Lübnanlı şair Halil Cibran’ın şiirlerini tekrar okuyorum, tabii ki Mahler’in 5. Senfonisi eşliğinde… İnsan bazen bir şiirin dizeleri arasında dolaşırken, bazen de müziğin ritmiyle başka bir dünyaya yolculuğa çıkarken, hatta bir film karesinde büyük bir şiirin ırmaklarına dalarken metinler arası göndermeler yapma ihtiyacı hissediyor.
Öyle ki Halil Cibran’ın betimlediği “ölümün şehriyle hayatın şehri arasında” düşsel bir yolculuğa çıkarken, doğal olarak Thomas Mann’ın “Venedik’te ölüm” romanıyla da metinsel bir bağ kurma ihtiyacı hissediyorsunuz.
Bu çerçevede eğer “Venedik’te ölüm”den söz ediyorsanız, ünlü İtalyan yönetmen Visconti ve Mahler’e uğramazsanız yolculuğunuz eksik kalır…
Bilindiği gibi Luchino Visconti odağına insanı alan bir sinema anlayışıyla pek çok film yapmış, genellikle de zamana yenilen kahramanları ve tutkuları olan sıradan insanları anlatmıştır. Thomas Mann’ın aynı adlı kısa romanından uyarlayıp 1971’de tamamladığı Venedik’te ölüm filmi, bir sanatçının ölümü üzerinden hem yeni bir yüzyıla girerken bir devrin kapanışını, hem de kültürel tarih, edebiyat, sinema ve müzik sanatları arasındaki geçişkenliği metinler arası göndermeler yaparak anlatmıştır.
Filmin müziğini ise aynı çağın bestecisi Gustav Mahler’in üçüncü ve beşinci senfonilerinden oluşturmuştur. Muhtemelen Visconti, Mahler’i özellikle seçmiş olmalı, zira Gustav Mahler de romanın ana karakteri Gustav von Aschenbach gibi bir besteci ve orkestra şefi. Ayrıca hatırlamakta yarar var, Mahler, Geç Romantizmin, özellikle de Alman senfonik romantizminin son temsilcisidir. Mahler’in de 1907’de von Aschenbach karakteri gibi küçük kızının ölümüne şahit olduğunu biliyoruz.
Visconti’nin filmiyle örtüşen 5. Senfoni ile Mahler’in trajik içerikli, lirik, psikolojik senfonileri başlar. Bu senfoninin birinci bölümü muazzam bir cenaze yürüyüşüdür. Trompetlerin patetik haykırışları ile başlar, bu heyecanlı sunumu orkestra devam ettirir. Ana temanın ahenkli melodisi, derin bir kederle doludur. İkinci bölüm birinci bölümün devamı niteliğindedir ve dramın en gerilimli zirvesidir. Dolayısıyla 5. Senfoni film için anlam ve genel ölüm atmosferi bakımından adeta biçilmiş bir kaftandır.
Metinler arası geçişkenlikten hareketle baktığımızda Halil Cibran, Thomas Mann, Mahler ve Visconti arasındaki ortak paydanın ‘ölüm’ olduğunu söyleyebiliriz.
Mesela, Thomas Mann’ın eserinde Venedik, güzelliğinin idealize edildiği, duygularının ortaya çıktığı ve aynı zamanda buraya gelmeden önce düzen, sistem ve ahlaki değerleri ile harmonize olmuş bir adamın (romanın kahramanı) bütün değerlerinin çöktüğü ve eski ‘ben’in yok olarak yeni bir ‘ben’in ortaya çıktığı yerdir. İdeal güzelliğin, aşkın ve ölümün kendini gösterdiği şehir yani…
Hayatı çelişkilerle, çalkantıyla, çıldırasıya zaferlerle ve kahredici acılarla dolu Mahler gibi bir dehanın müziğini her dinleyişinizde, dehşetli ölüm izleri kalır hafızanızda…
Ve Halil Cibran’ın çağırdığı sevgili ölüm…
“Gel ey ölüm, gel ey ölüm ve kanatlarının altına al beni. Çünkü insanlar istemiyorlar beni; artık yok ihtiyaçları bana. Kucakla ey ölüm, sevgi ve merhametle kucakla beni. Anne öpücüğü nedir, kız kardeş yanağı nedir ya da sevgilinin yakıcı parmak uçları, dudakları nedir hiç tatmamış dudaklarıma dokunsun dudakların. Gel ve götür beni, sevgili ölüm.”