Numan Kurtulmuş Müslüman dünyayı nasıl tarif ediyor?

Müslümanlar, özellikle son yüz yıldır daha da belirgin hale gelen Müslüman dünyanın geri kalış hikayesini konuşuyor. Bu konuda gerek İslam ülkelerinde gerekse Batı’da entelektüel düzeyde tartışmalar yapılıyor, kitaplar ve makaleler yazılıyor.

Hiç kuşkusuz hemen bütün değerlendirmelerin ortak paydası; Müslümanların bilim, sanat, hukuk ve teknolojik anlamda neden geri kaldığı ile ilgili… Sadece Müslüman ülkeler değil, genel olarak bütün Doğu toplumlarının hafızası, ‘sömürgeci Batı’nın emperyalist hayallerinin geri bıraktığı görüşüne ayarlıdır.

Şu bir gerçek ki geçmişte, Batılı güçlerin sömürgeci anlayışı yüzünden Doğu toplumları acılar yaşamıştır. Bugün de benzer bir şekilde 21. Yüzyılın Hitler’i Netanyahu tarafından Gazze halkına uygulanan soykırım Batı’nın ve aynı zamanda Müslüman dünyanın alnına bir insanlık suçu olarak ankşedilmiştir.

Dolayısıyla, bütün bu acıların yarattığı travmaları elbette yok sayamayız. Ama dünyanın sonuna kadar emperyalist taşlayarak da bir yere gidemeyiz.

Çünkü öncelikle bizim yapmamız gereken ödevler var, bunları yapmadan kendi kabahatlerimizi Batı’nın üzerine atarak gelişmiş dünya ile rekabet edecek güçlü bir devlet inşa edemeyiz. Hiç öyle tumturaklı nutuklar atamaya gerek yok, önce evrensel hukuk normlarına dayalı işleyen bir hukuk sistemi, akademik özgürlüğe sahip üniversiteler, kurumların liyakatli kadrolara teslim edilmesi, şeffaf ve hesap verebilir bir devlet inşa etmek Müslüman toplumların tek çaresidir.

Bu çerçevede Meclis tarafından çıkarılan Başkan Numan Kurtulmuş’un “Gazze Konuşmaları” kitabından söz etmek istiyorum. Meclis Başkanı Kurtulmuş’un İslam İşbirliği Gençlik Forumu’nda yaptığı konuşmadaki şu sözleri, nasıl bir geçmişten bugünlere geldiğimizin çok net bir fotoğrafını veriyor bize: “İnsanlık tarihi boyunca Müslüman milletler gereğini yerine getirdiklerinde ve bilimde, sanatta, kültürde, edebiyatta, teknolojide ileriye gittiklerinde ne büyük medeniyetler kurabileceklerini insanlığa göstermişlerdir. Semerkant bunun şahididir, Buhara bunun şahididir, İsfahan bunun şahididir, Bağdat bunun şahididir, İskenderiye bunun şahididir, İstanbul bunun şahididir, Kurtuba bunun şahididir. Velhasıl, tarihte Müslümanların sözünün güçlü olduğu dönemlerde hakkın, hakikatin ve adaletin hakim olduğu dönemler insanların hepsinin gözünün önündedir.” (s.133)

Kurtulmuş, Müslüman dünyanın bugünkü durumunu özetleyen çarpıcı örnekler de veriyor konuşmasında:

-2 milyara yaklaşan Müslüman nüfus, dünya üzerindeki toplam üretimin sadece 1/10’ini gerçekleştiriyor. Müslüman ülkelerin önemli bir kısmı da yokluk ve yoksullukla boğuşuyor.

-Dünyadaki milli gelir ortalaması 13 bin dolar, İslam İşbirliği Teşkilatı ülkelerinin milli gelir ortalaması ise 4.500 dolar.

-Teknolojik ürünler üretiminde, Müslüman ülkeler dünyadaki üretimin sadece yüzde 1,8’ini gerçekleştiriyor.

-Dünyanın en büyük ve en önemli 100 üniversitesinin içinde Müslüman ülkelerden bir tane bile üniversite bulunmuyor.

Herhalde bu tespitlere kimsenin bir itirazı olmayacaktır. Artık hepimizin bildiği gibi, adaletin ve hakkaniyetin hakim olduğu dönemlerde Müslümanlar güçlü yapılar oluşturmuşlar ama ne zaman ki adaletin terazisi şaşmışsa hep kaybetmişlerdir.

Bu vesileyle bir gerçeğin altını bir kez daha çizelim; konuşmasında hukukun, adaletin ve hakkaniyetin altını çizen Kurtulmuş’un bir Meclis Başkanı olarak bu hassasiyetini daha güçlü bir şekilde ortaya koymasında yarar var. Mesela, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyarak, millet iradesiyle seçilen Hatay Milletvekili Can Atalay’ın hakkının iade edilmesi…

Maalesef hepimizin bildiği gibi, Müslüman toplumlar dört başı mamur bir hukuk sistemi oluşturamadılar, kurumlarını liyakat esasına göre düzenleyemediler, entelektüel ruhu ve akademik özgürlüğü olmayan üniversiteler açtılar ve doğal olarak dünya ile rekabet edecek bilim üretemediler. Daha da önemlisi şeffaflık ve hesap verilebilir iktidarlardan mahrum durumdalar.

Malezyalı sosyolog, siyaset ve sosyal bilimci Seyid Hüseyin al-Attas’ın Müslüman dünyanın geri kalış hikayesi ile ilgili önemli tespitleri var: “Müslüman ülkelerde parlamenter demokrasi adil mücadele, dürüst seçim ve ilkelere gerçek bir bağlılık ruhu olmaksızın uygulamaya konuluyor. Bilimler Afgani’nin de dediği gibi, araştırma ruhu olmaksızın tatbik edilmeye çalışılıyor. Modernleşme sürecinin tamamlanmamış doğası, yani ruh taşımayan özü, gelişmekte olan toplumlarda hüküm süren geri kalmışlığın asıl yaratıcısıdır.”

Kabul edelim ki Müslüman toplumlar bilim ve teknolojinin ürettiği nimetlerden faydalanmayı önemser ama bu nimetlerin ortaya çıkmasını sağlayan akala ve bilime aynı ölçüde itibar etmez. Bu yüzden de geri kalmışlığı bir kader olarak belleyip haline şükreder…

YORUMLAR (75)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
75 Yorum