Kürtçe şarkı dinlerken caz tadı almak
Bir caz müziğini ya da bir ilahiyi dinlerken adeta kendimden geçiyorum. Ama bazen öyle bir müzikle karşılaşıyorsunuz ki kelimenin tam anlamıyla sizi uçuruyor. Mesela şu günlerde bir dostum Youtube’den bir şarkı gönderdi. Kimin söylediğine, orkestraya bakmadan telefonumdan yaklaşık onbeş dakika boyunca bir konser ziyafetine katıldım. Öylesine bir trans haline kapılmıştım ki müzik bittiğinde bile hala gittiğim alemden dönebilmiş değildim...
Hayata döndüğümde Kürt sanatçı Aynur Doğan’ın “Keca Kurdan” şarkısını dinlediğimi fark ediyorum.
İtiraf etmeliyim ki Aynur & Morgenland Chamber Orkestrası eşliğinde Aynur Doğan ve İbrahim Keivo’yu dinlerken kendimi bir caz konserinde hissettim. Klarnette Kinan Azmeh, tamburda Cemil Qocgiri, darbukada Rony Barrak ve defte Hussein Zahawy bir caz orkestrasını aratmayacak nitelikteydi.
Aynur Doğan Kürt müziğini dünyada birçok usta müzisyenlerle birlikte yorumlamış bir müzisyen. Sanatçı, Cemil Qoçgiri, Kayhan Kalhor ve Azeri piyano sanatçısı Salman Gambarov ile birlikte pek çok sahne aldı, Daha fazla deneysel çalışmalar yaptı. “Hawniyaz” (Bir arada, birlikte) albümü bu çalışmaların bir sonucudur.
Albümde beş şarkı yer alıyor, sanatçıya; kemençede efsane Kürt sanatçı Kayhan Kalhor, piyanoda caz piyanisti Azeri Salman Gambarov ve tamburda usta müzisyen Cemîl Qoçgirî eşlik ediyor.
Albümün tanıtımında “Bu toprakların hikayelerini, acılarını, aşklarını, kederlerini gerek Aynur’un zengin sesi gerekse her biri virtüöz olan müzisyenlerinden enstrümanlarından dinleyeceğimiz “Hawniyaz”da her biri birer müzik ziyafeti veren beş yeni şarkı dinleyicilerle buluşuyor” deniliyor.
Aynur Doğan’ı dinlerken zihnimizde açılan içsel pencereden bakınca görüyorum ki bütün kültürlerin günlük yaşamında var olan duygusal altyapı başlı başına etkileyici ve muhteşem. Günlük yaşantıları özellikle müziğe yakından dokunan ve kültürleri müzikle tarif edilen toplumların müzikleri de duygusal ve benzersiz oluyor. Çünkü doğumla ölüm arasındaki kısacık zamanda yaşadığımız özlemler, dostluklar, ayrılıklar, lirik sevdalar hep uzun bir şarkının farklı versiyonları olarak devam ediyor.
BİANET’in Kürt müziğinin klasik formdan modern formlara, dünya müzik kategorisinde yerini alacak olan formlara nasıl yol aldığı şeklindeki sorusunu Aynur Doğan şöyle cevaplandırıyor: “Ben müziğin zorunlulukla ortaya çıkacağına, farklılık yaratacağına inanmıyorum, hissetme meselesi. Benim motivasyonum aslında böyle bir zorunluluktan değil, daha çok hissiyattan geliyor. Müzik ortak bir dil, amaç ise bu ortak dil ile ne kadar anlaşabiliriz, ne kadar aynı ne kadar farklıyız. Bazen denersiniz olmaz, bazen ise bir tını ile dünyanın her köşesine ulaşırsınız.”
Dünyanın farklı coğrafyalarına farklı hayatların acılarını, sevinçlerini, hüzünlerini tınılarla götüren Türkiyeli bir müzisyenin çabasını alkışlamak gerekiyor...
Şarkılar bitiyor ama sanatın içimize üflediği estetik mırıltılar hep devam ediyor... Galiba sanat hayatın ve doğanın doğrudan yansıması değil, hayatı ve doğayı tamamlayan, yaratılmış olanı estetize eden bir edim olsa gerek. Çünkü sanatçı günbatımında başka gözlerin göremediğini görür, bir çiçeğin gözleri sadece sanatçının gözlerinde hayat bulur, yağmurun sunmadığını sanatçı sunar, denizlerden, ırmaklardan ve çağlayanlardan akan suyun yalvarışını belki de sadece sanatçı duyar.
Eğer sanatı üretim değil, bir yaratım olarak değerlendirebilirsek görürüz ki o göğün son rengidir, çiçeğin son yaprağıdır, güneşin parlayan son ışığıdır, dans eden kelebeğin son kanadıdır, bulutların arkasındaki ayın son karanlığıdır, denizin son damlasıdır, insanın son noktasıdır...