'Kürt sorunu yok’ demekle yok olur mu?
Hayıflanmamak mümkün değil… Türkiye en kadim sorunlarından birsi olan Kürt sorunu konusunda sanki hiçbir şey olmamış gibi yeniden aynı tartışmaları yaşamak gerçekten hüzün verici.
Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı o ünlü konuşmasındaki “Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz” sözleriyle başlayan ve sonrasında devam eden süreç herkese umut vermiş, bütün bir toplum terörün olmadığı bir Türkiye hayali kurmaya başlamıştı.
Ama ne yazık ki gerek iktidarın hataları, gerekse Suriye’deki kaosu fırsat bilen PKK’nın şımarıklığı yüzünden süreç akamete uğradığı için bugün yeniden başa dönmüş bulunuyoruz.
Uzun süredir Kürt meselesini konuşmanın neredeyse terörle eşdeğer olarak görülmeye başlandığı dikkate alındığında, tartışmanın yeniden başlaması bile yeni bir imkan olarak görülebilir. Bu açıdan bakıldığında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinin çözümünde “Muhatap HDP’dir” açıklamasını dikkate değer bir tutum olarak görmek gerekiyor.
Kuşkusuz, Kürt meselesi konusunda CHP’nin geçmişten gelen geleneksel hafızası açısından bakıldığında bu yeni adımı seçimlere dönük bir ‘jest’ olarak değerlendirenler olacaktır. Dünkü KARAR gazetesinde bu konuda kapsamlı bir değerlendirmede bulunan Mesut Yeğen, bu jestin Cumhur İttifakını iktidardan edecek çoğunluğu bulmak üzere yapılan konjonktürel bir hamle olma ihtimaline dikkat çekiyor, ama aynı zamanda daha kapsamlı bir müzakere iklimi oluşturabileceğini de belirterek şöyle diyor: “CHP jestlerinin bunun ötesine gidebilecek bir potansiyeli de var. Kısmen CHP kurmaylığınca niyet edilmiş olarak ama daha çok da işin doğası gereği CHP’nin son jestleriyle açılan tartışma Kürt meselesini CHP ile HDP, CHP ile Kürtler arasında yapılacak bir müzakereye sınırlı bir konu olmaktan çıkarıp, daha geniş, daha genel bir müzakerenin konusu kılabilir.”
Herkesin de bildiği gibi MHP “Kürt sorunu”nun telaffuz edilmesine bile karşı. Nitekim Devlet Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun değerlendirmelerinden sonra "HDP meşru bir organ değildir. HDP, PKK terör örgütünün mazbata almış maskeli halidir. Türkiye'de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur" şeklinde zehir zemberek bir açıklama yaparak her zamanki tavrını bir kez daha ortaya koymuş oldu. Her temel meselede göz ucuyla MHP’yi takip eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu kez de aynı yolu izledi ve Bahçeli'nin Kürt sorunuyla ilgili açıklamasının sıcağı geçmeden “Türkiye'de böyle bir sorun yok” diyerek ittifak ruhuna bağlılığını teyit etmiş oldu. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan daha iki ay önceki Diyarbakır ziyaretinde “2005 yılında ne demişsek, dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız” diyerek bu ülkede bir Kürt sorununun var olduğunu bizzat kendisi teyit etmişti. Evet gerçekler hafızalarda unutulsa da, arşivler unutmuyor…
Ancak hemen belirtmek gerekiyor ki ülkedeki siyasi gündemi artık Cumhur ittifakı değil, daha çok Millet İttifakı belirliyor. Nitekim tartışmayı başlatan Kılıçdaroğlu, kararlı tavrını sürdürdü ve “Bütün sorunlarımızı dostlarımızla birlikte çözeceğiz” şeklindeki değerlendirmesiyle meseleyi daha geniş bir zemine taşıdı.
Bu çerçevede, Bahçeli’nin açıklamalarına tepki gösteren DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın değerlendirmeleri meselenin daha geniş bir siyasal alana taşınması açısından son derece önemli. Babacan şöyle diyor: "Ankara’dan doğuya geçemeyenler, Bağlar’da, Şemdinli’de, Cizre’de sokakta gezemeyenler bunu bilemez. Kürt meselesi vardır ve çözümün adresi siyasettir."
Bütün sorunlarda olduğu gibi Kürt sorununun çözümü konusunda da meşru zeminin siyaset olması gerektiği şeklindeki ortak kanaat son derece önemli. Selahattin Demirtaş ve HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar’ın da çözümün adresi olarak Parlamentoyu işaret etmeleri tartışmanın doğru bir istikamette ilerlediğini gösteriyor.
Muhtemelen Cumhur İttifakı bileşenleri bu yeni tartışmayı da “teröristlerle işbirliği” şablonu içine yerleştirerek şeytanlaştırma politikalarına devam edeceklerdir. Ancak herkesin bilmesi gereken bir gerçek var ki “Kürt sorunu yoktur” demekle sorun yok olmuyor.
Evet Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır ve geniş bir sivil siyaset zemininde tartışılma zarureti bulunmaktadır. Bunun da en meşru zemini parlamentodur.
Ama hemen şunu da belirtmek gerekiyor ki, bu mesele Türkiye’nin demokratikleşmesiyle paralel bir meseledir. Dolayısıyla halen yürürlükte olan bu alaturka sistemde büyük hasar gören “hukuk devleti” anlayışı yeniden inşa edilmeden, “kuvvetler ayrılığı” ve “denge-denetleme” prensipleri işler hale getirilmeden özgürlükleri güvence altına almak mümkün olmadığı gibi Kürt meselesi konusunda çözüm adımları atmanın da imkanı bulunmamaktadır.