İyi ki kalbimizi emanet ettiğimiz şarkılarımız var
İçinde yaşadığımız toplumdaki ahlaki savrulmalar karşısında bir insan olarak çoğu kez umutsuzluğa kapılıyoruz, vicdanları yaralayan hukuksuzluklara isyan ediyoruz. Sonunda doğal olarak çaresizlik içinde sığınacak limanlar arıyoruz. Ve her zaman kalbimizi emanet edeceğimiz şarkılarımız, şiirlerimiz olduğu için şükrediyoruz.
İşte ben de gecenin tam ortasında kalbimi yeniden keşfetmek için Celine Dion’un “All by myself” şarkısına sığınıyorum, kelimenin tam anlamıyla duygusal kırılmanın zirve yaptığı bir anın şarkısı… Romantizmin uçlarında dolaşan bu şarkıda beni alıp götüren bir şey var, sanki piyanonun tuşlarında bir dahi dolaşıyor. Sonra biraz araştırdığımda görüyorum ki bu şarkıda Rahmaninov’un “2. Piyano Konçertosu”nun bir bölümü kullanılmış. Yani Celine Dion’un “All by myself” şarkısına dünyanın en büyük bestecilerinden biri olan Rahmaninov’un eli değmiş.
“All by myself” şarkısı bittiğinde kalbimi durduramıyorum, yer yer fırtınaya dönüşen duyguların rüzgarı dinmeden Rahmaninov’un konçertolarına dönüyorum. Gece boyunca ruhumda kopan fırtınaları teskin etmek için müzikal dehasıyla piyanoyu kusursuz biçimde kullanan Rahmaninov’un 2. ve 3. Piyano konçertolarını tekrar tekrar dinlemeye devam ediyorum. Rahmaninov özellikle 2. Piyano konçertosunda müziği bir kuyumcu titizliği ile işlemiş ve adeta insan üstü melodiler yaratmıştır.
Galiba melodilerin kalbimde fırtınaya dönüştüğü anlarda ağlamamak için kendimi zor tuttuğumu itiraf etmem gerekiyor, tek kelime ile muhteşem…
Rahmaninov’un ikinci konçertosunun ilginç bir hikayesi de var. Sanatçı konservatuarı birincilikle bitirdiğinde ilk eserini besteler ama bununla ilgili ağır eleştiriler alır. Bunun üzerine sanatçı depresyona girer ve beste yapamaz hale gelir. Dr. Dahl tarafından hipnoz tedavisine alınır, doktoru seanslar sırasında sürekli “Konçertonu besteleyeceksin, çok güzel olacak” şeklinde telkinlerde bulunur. Sonunda sanatçı sağlığına kavuşarak 2. Konçertosunu besteler ve müthiş bir başarı kazanır.
Klasik müzik eleştirmenleri Rahmaninov’un eserlerini çalmak güçlü bir teknik gerektirdiği konusunda ortak bir kanaate sahiptirler. Gerçekten de eserdeki güçlü ve değişken duyguları yakalamak, tekniğin ötesinde bir vukufiyete sahip olmayı gerektirmektedir. Zira bu eserler sadece teknik bir beceri ile çalındığında duygusal tadın kaybolma tehlikesi yüksektir.
Rahmaninov 20. yüzyıl müziğini aydınlatan bir sanatçıdır. Ünlü Rus bestecisi Silotti’den ders almıştır. Bilindiği gibi Silotti de XIX. Yüzyılın en önemli piyanistlerinden ve senfonik şiir tarzının yaratıcısı olan Liszt'ın öğrencisidir.
20. yüzyılın “son büyük romantiği” olarak anılan Rahmaninov’un piyanodaki dehası kadar besteciliği de önemlidir. Bir melodi ve armoni zengini olan eserleri yer yer Çaykovski izleri taşımaktadır.
Başta iki kız kardeşi olmak üzere pek çok sevdiğinin ölümünü gören besteci, “ölüm” ve “karanlık” imgelerini çağrıştıran bestelere de imza atmıştır. Mesela “The Isle of Dead, Op.29” adlı parçasını Paris’te gördüğü Arnold Böcklin’in “Ölüler Adası” isimli tablosunun siyah-beyaz reprodüksiyonundan ilham alarak yazmıştır. Rahmaninov, orijinal tabloyu daha sonra gördüğünde hayal kırıklığına uğrar ve şöyle der: “İlk orijinalini görseydim muhtemelen ‘Ölüler Adası’nı yazmazdım. Siyah beyazı daha çok hoşuma gidiyor.” (Mete Kahramanzade, İyi Ki)
Aynı şekilde Edgar Allan Poe’nun “The Bells” adlı şiirinden çok etkilenen besteci aynı ismi taşıyan (The Bells, Op.35) senfonisini yazmıştır. Poe’nun “parmaklarıyla değil, adeta kulaklarıyla yazdığı şiir” olarak tanımlanan şiirin bazı dizeleri şöyle:
/duyun yüksek sesli tehlike çanlarını
pirinçten çanları!
bir dehşetli öykü sunar çalkantıları!
ürkmüş kulağında, gecenin heyecanlı
nasıl da haykırıyorlar anlık korkularını!/