Gırnata’nın ince ruhlu şairi ve ölüm provası

Dünyanın en güzel yeri neresidir diye hiç düşündünüz mü? Kim bilir belki bu soru, tek tek insanların ‘dünya’ denen bu alemden ne anladıklarıyla doğrudan bağlantılı bir sorudur.

Eğer bu dünyaya soluk kesici bir Rio fotoğrafından bakıyorsanız, ‘dünyanın en güzel yeri’, gümüş rengi parıltılarla uzayıp giden gölgesiz kumsallar ve Rio’nun yüreğine bir bıçak gibi saplanan Guanabara Körfezi’nin labirentimsi kıyılarıdır.

Kimine göre, kadınların gri bir sonbahar akşamında gamlı birer kısa film şeridi gibi akıp gittiği Paris’in Şanzelize bulvarındaki görüntü, ‘dünyanın en güzel yeri’dir.

Kimine göre ise, San Marco Meydanı’ndan Büyük Kanal’a doğru havuzun içindeki paralar gibi ışıl ışıl kadınların aktığı Venedik’tir.

Belki de duyabilenler için içlerinde hâlâ binlerce kölenin çığlıklarının yankılandığı Kahire’nin piramitleridir...

Ya da baştan çıkarıcı bir New York akşamıdır…

Belki de bunların hiçbirisi değildir... Sadece bir bayram sabahı, duvarlarında Mimar Sinan’ın kalbinin attığı muhteşem Süleymaniye’ye başını dayamış bir İstanbul dünyanın en güzel yeridir.

Belki de bir şair için bunların hepsi dünyanın en güzel yeridir.

Şimdi harikulade bir İstanbul akşamında, gözlerimi ufuk çizgisindeki kızıllıkla buluşturup, faşizmin şiire musallat olduğu yıllarda kurşuna dizilen zarif ve ince ruhlu İspanyol şair Lorca’nın şu dizelerini okuyorum:

/Ben ölünce
gömün gitarımla beni
kumlara.
Ben ölünce,
portakallarla
naneler arasına.
Ben ölünce
gömün isterseniz
rüzgâr gülüne./

(Çeviri: A. Kadir – Afşar Timuçin)

Lorca 5 Haziran 1898’de İspanya’nın güneyinde tipik bir Akdeniz kenti olan Granada’ya on dakika uzaklıkta yer alan; ay ışığında sokaklarında ateş yakılan, flamenko gitarları ve şarkılarıyla şenlenen bir çingene mahallesi olan Fuente Vaqueros’ta, yani Elhamra Sarayını gören bir evde dünyaya geldi.

Bu ince ruhlu şair, sanat yolculuğuna önce bir müzisyen olarak başladı. Zaman zaman halk şarkıları derledi, yeni şarkılar besteledi, piyano çaldı ve şarkılar söyledi.

1917’de ilk kitabı ‘Simgesel Düşler’ i çıkardı.

İspanyollar Grana’daya ‘nar’ anlamına gelen ‘Gırnata’ derlermiş. Granada tıpkı bir nar gibi, içinde pek çok kültürü barındıran bir Endülüs kenti… Bir yanıyla Kuzey Afrikalı, diğer yanıyla Avrupalı; bir yanıyla İspanyol ve diğer yanıyla çingene… Lorca, yüzyıllarca İslam izleri taşıyan Endülüs’ün bir çocuğu aynı zamanda.

Lorca birçok kültürün kaynaştığı, resim, şiir ve tiyatroda öncü isimlerin toplandığı Madrid’ te tiyatroya yoğunlaştı. Tiyatroda 1925’te yazdığı Manana Pineda ile dikkatleri üzerine çekti. Bu oyununda 19. yüzyılda Endülüs’te yaşayan özgürlük kahramanı bir kadının öyküsünü anlatıyordu.

Lorca’nın sanatsal faaliyetleri zamanla şiir ve müzik arasında harika bir buluşmayı da beraberinde getirdi. Mesela besteci Manuel de Falla ile birlikte çingene müziği üzerine araştırmalar yaptı ve şiirle müziğin iç içe geçmesini sağladı. İspanya’da sözlü anlatıma dayalı halk şiiri geleneğini takip etti; yazdığı balad formundaki şiirlerinde halk kahramanlarını anlattı.

Şiirlerindeyse çok sevdiği Granada’yı, o toprakların insanlarını, müziğini, Granada ovasının uçsuz bucaksız portakal bahçelerini, mehtabı, kır hayatını ve doğayı kaleme aldı. Eserlerinde aşk ve tutku kadar, acı-ayrılık-ölüm teması da hiç eksik olmadı. Bu yüzden ölümün şairi olarak da anılır ve hayatı boyunca şiirlerinde, tiyatro eserlerinde ölümün provasını yapmıştır adeta. Zaman içerisinde yoksulların egemenlere karşı savaşı, faşizme karşı mücadele temaları da şiirinin ana eksenine oturmuştur.

Lorca, Franco faşizminin en talihsiz kurbanlarından birisidir aynı zamanda. Falanjistler askeri kıyım örgütlerinin yanı sıra tehlikeli gördüklerini öldürmek için Kara Müfrezeler’i kurarlar. Kara müfrezeler, daha ilk günlerde yüzlerce insanı katletmiştir. Bütün İspanya’da kitle halinde kurşuna dizmeler, toplu yargılamalar alabildiğine artar. Lorca, İspanyol Sivil Muhafız Baladı şiirinde bu ‘Kara Müfrezeleri’ anlatır.

Kaderin cilvesine bakın ki tıpkı arkadaşı Sanchez gibi bir akşamüstü saat beşte gözaltına alınıp ölüm yolculuğuna çıkarılan Lorca ve beraberindekiler Fuente Grande yolu üzerindeki Alfacar’a yöneltilir, hükümlüler araçtan indirilir. Ve bu ince ruhlu şair, 19 Ağustos 1936 sabahı Viznar- Alfacar yolu üzerinde 29 arkadaşı ile birlikte kurşuna dizilir, şair henüz 38 yaşındadır.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum