Genç bir ressamın denizin mavisiyle buluşan ışığı
Kurban bayramı dönüşü Bandırma ile Erdek arasında Kapıdağ yarımadasındaki bir tatil köyünde genç bir sanatçının resim sergisini gezdim, bu sanatçının adı Yusuf Akyol…
Genç sanatçının sergisinde yer alan eserlerin isimleri son derece ilginç. Her tabloyu izlerken içinde dini sembollerin yer aldığı başka bir evrene ve mitoloji dünyasına yolculuğa çıktığınızı hissediyorsunuz… Sergide yer alan eserlerin isimleri şöyle: O’luk, İnci, Cebrail, İkizler, Mikail, Kevn, Akış, Azrail, İsrafil, Parametre, Nun ve Zülkarneyn…
Bir bakıma yeryüzünün rengini eserlerinde adeta yeniden bir yaratım sürecine tabi kılan sanatçı, sanatsal yolculuğunun merkezine ‘katran’ imgesini yerleştirmiş.
Yolculuğunun ilk evrelerinde çevre kirliliği, atık malzemeler ve kentin betonlaşması gibi güncel temalardan esinlenen sanatçı, zamanla evren, mitoslar, yaratılış, oluşum ve dönüşüm süreçlerini çalışmalarının öznesi haline getirmeye başlamış. Edindiği düşünsel ve estetik referansları gözlemleriyle harmanlayan sanatçı, tasvir ederken, çalışmalarında, plastik, poliüretan, katran gibi yapı malzemelerini kullanmış.
Öyle anlaşılıyor ki çalışmalarında geçmişten günümüze taşıdığı imgeleri zihninde tasarladıkları ile daha güçlü ifade etme arayışında olan sanatçı, bu imgelerin günümüz dünyasını kuşatan anlamlarını yeniden keşfetmeye çalışmış.
Resim sanatının teknik ayrıntılarına çok vakıf olduğumu söyleyemem, ama her tabloyu kendi zihin dünyamda anlamlandırmaya çalışırken sezgilerimi ifade etmem gerekirse, her sanatçı gibi Yusuf Akyol’un da sanatsal anlamda ilham aldığı usta ressamlar olduğu muhakkak. Bu çerçevede Akyol’un özellikle usta sanatçı Ahmet Güneştekin’in eserlerinden ilham aldığı kanaatine ulaştığımı belirtmeliyim.
Sergideki yolculuğumuzun ardından Marmara'nın muhteşem günbatımında denizin maviliğine bakarak Yusuf Akyol’a eserlerini ortaya çıkaran duyguyu ve her tabloda somutlaşan estetik iklimi soruyorum. Akyol’un şiir tadındaki ifadeleri şöyle:
“Gökler, günler ve şeyler olmadan önce, göklerin, günlerin ve bütün şeylerin katran karası göğünden bir ses: ‘‘Ol!’’ dedi ve her şey oluverdi.
O’lukta yankılanan ses, Sonsuzu saran bir muradın gücüyle, o’nu duymaya hazır varlığı meydana getirdi. Ve elbette ikizi, yoklukla bütün halinde. Oluşla-bozuluş, yaratımla-yitim içi içe…
Bu; Nun’dan ve renklerden, meleklerden ve insandan, topraktan ve ağaçlardan, mutluluk ve üzüntülerden, iyilik ve kötülüklerden, suçlar ve cezalardan… Bilumum, çokluklardan çok çok önceydi.
Derken, Çatallanan kavşakta oluşa, bozuluş eşlik etti: Oluş; çağıldayan, bereketli bir nehir gibi varlığı, bozuluş ise, çürümüşlükle pis kokan, akmayı unutmuş bir nehir gibi yokluğu doldurdu. Dolduruyor…
Evrenin hikâyesi Dünya’da dönüyor!
Dünya, alabildiğine karanlık bir ovada, ışığı mum sıcaklığında pencereye yansıyan, küçük bir ev gibi; evrenin orta yerinde.
Katran, bir yönüyle bizi, insanoğlunu ve beraber yaşadığımız dünya dolusu canlıyı besleyen, büyüten, barındıran doğayı akıl almaz biçimde katledişimizi simgeliyor. Diğer yönüyle de yaradılış ağacının değişmeyen özünden damıtılan ve hayata duyulan kudretli istenci ifade ediyor.”
Yusuf Akyol ışığı olan bir sanatçı, ama henüz yolun başında… Eminim bu estetik yolculuğu yeni imkanlar ve yeni ilhamlarla daha da gelişip olgunlaşacaktır.