‘Fikri iktidar’ mı ideolojik bir dayatma mı?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İbn Haldun üniversitesinde yaptığı konuşmada dile getirdiği “Fikri iktidar” kavramının toplumda farklı değerlendirmelere yol açtığını belirtmem gerekiyor.
Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmiş yıllarda altını çizdiği “dindar nesil yetiştirme” hedefini esas alarak bir değerlendirme yapılacak olursa, “fikri iktidar”dan kastettiği, çerçevesini devletin ya da siyasal iktidarın tepeden belirlediği ideolojik bir kültürel iklimin ülkede hakim kılınmasını anlamak gerekiyor. Yani insanların hangi fikri ve kültürel değerlere göre yetişeceğine, nasıl bir ideolojiyle şekilleneceğine siyasal iktidar karar verecek.
Aslında Erdoğan konuşmasında bu fikri iktidarın çerçevesini net bir şekilde çiziyor: “Türkiye, kuru kuruya Batıcılık saplantısı yanında, yine aynı kaynağın ürünü pek çok sapkın ideoloji ve akımın zehrine maruz kalmış bir ülkedir. Fikri iktidarımızı kökü ve ruhu itibarıyla bize ait olmayan bir medeniyete kaptırmamızın sebebi, bu sapkın akımların önlerinin bilinçli bir şekilde açılmasıdır.”
Bu tariften anladığımız kadarıyla Erdoğan için gerçek anlamda fikri iktidar, ülkeyi dünyanın değişik coğrafyalarında üretilen ve aralarında zararlı fikirlerin de bulunduğu kültürel, sanatsal, felsefi ve bilimsel değerlerden korumakla mümkün olabilir.
Evet, eğer dünyayı böyle okumak gibi bir niyetimiz varsa “biz bize yeteriz”, şanlı tarihimizin altın sayfalarını yeniden ihya ederek, dindar ve itaatkar kullar oluruz, günlük hayatımızda arabalarından sağlık ürünlerine, bilişim teknolojilerinden tekstile kadar her alanda ürünlerini kullandığımız gelişmiş Batılı ülkelere hiç ihtiyacımız da kalmaz!..
Eğer hayalini kurduğumuz ‘fikri iktidarımız’la ülkenin kapılarını dünyaya kapatacaksak, bilelim ki bu iktidarda demokratik değerlere, hukukun üstünlüğüne, özgürlüklere, eleştirel düşünceye, şeffaflığa, hakkaniyete ve adalete yer yok demektir. Çünkü demokratik hukuk devleti de, hesap verilebilir, şeffaf yönetim anlayışı da, kuvvetler ayrılığı gibi prensipler de Batı kültürünün ürettiği değerlerdir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “fikri iktidarımızı gerçekleştiremedik” yakınmasını değerlendirirken, sadece Türkiye’nin değil, esas itibariyle Müslüman toplumların evrensel insani değerlere ve hakkaniyete dayalı bir dünya tasavvuru olup olmadığına bakmak gerekiyor. Gerek tarihsel süreçte, gerekse modern dünyada Müslüman toplumlar evrensel hukuk normlarını esas alan, liyakate ve şeffaflığa dayalı bir yönetim modeli oluşturamadıkları için, bugün itibariyle dillendirdikleri “fikri iktidar” söylemlerinin sahici bir temeli bulunmamaktadır.
Dolayısıyla hiçbir değişim ve tekamül sürecini yaşamamış, yüzyıllar öncesinden bugüne aynen aktarılan geleneksel İslam siyaset düşüncesiyle ancak despotik yönetim modelleri oluşturulabilir. Doğal olarak ifade özgürlüğünün olmadığı, eleştirel düşünceye kapalı baskıcı yönetimlerde gerçek anlamda bilim ve düşünce insanlarının yetişmesi de mümkün değildir. Bugün yüksek sesle dillendirilen söylemlerden anlaşıldığı kadarıyla, yıllardır “fikri iktidar” hayali kuran siyasal iktidarın esas beklentisi dünya ile yarışacak bilim, sanat ve düşünce insanlarının yetişmesi değil, eleştirel düşünceye, liyakate yabancı, itaatkar ve ideolojik topluluklar yetiştirmektir.
Bunun da hamasi dille tarifi “Asım’ın nesli”ni yetiştirmektir... Hemen belirtelim, bu yetiştirilmek istenen neslin Akif’in tarif ettiği “Asım’ın nesli” ile uzaktan yakından bir alakası bulunmamaktadır.
Çünkü Akif’in Asım’a tavsiyesi ‘inkılab’ ve hamaset değil, Avrupa’da ilim tahsilidir:
Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Âsım!
Anlıyorsun ya, zarar yok, daha iyi anlaşalım:
İnkılâb istiyorum ben de, fakat, Abdu gibi…
Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertîbi,
Bâbıâlîleri basmak, adam asmakla değil.
Çek bu işten bütün ihvânını, kendin de çekil.
Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya,
Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa’ya.
***
Hadi tahsîlini ikmâle tez elden, hadi sen!
***
İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız,
“Nerdesin hey gidi Berlin” diyerek yollanınız.
Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek…
Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek!
Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz;
Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz.