Fatura ağırlaşınca Makyavelizm çare olabilir mi?
Son dönemde Türkiye, kendi eliyle mahkum olduğu alaturka sistemin tabiatından kaynaklanan bir zihniyet yapısıyla ekonomiden dış politikaya kadar her alanda ciddi bir maliyet ödüyor.
Kuşkusuz kötü giden her iş konusunda bir mazeret ya da gerekçe üretilebilir. Ekonomik kriz için Pandemi sürecinde bütün dünyanın yaşadığı krizden bizim de nasibimizi aldığımız söylenebilir. Dış ilişkilerde yaşadığımız yalnızlığımızı ve çaresizliğimizi “karanlık odaklar ve Haçlı ittifakı” sloganıyla süsleyip ‘dış güçler’e de fatura edebiliriz.
Ama ne yazık ki bu sloganlar bile artık dış politika kalemlerindeki kayıplarımızı telafi etmediği gibi içeride ödediğimiz faturayı daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Nitekim iktidar da bu gidişin sonunun hiç hayra alamet olmadığını bildiği için, her gün biraz daha kötüleşen ekonomik tablo ve dış ilişkilerdeki kayıpları hamasi söylemlerle süsleyerek topluma bir başarı hikayesi gibi sunmaya çalışıyor.
Aslında iktidarın ısrarla görmek istemediği bir gerçek var; ‘hukuk devleti’ nosyonunun kaybolduğu, kuvvetler ayrılığı ve denge-denetleme prensiplerinin yok edildiği bu alaturka sistemle devam edildiği sürece hiçbir makyaj, kötü giden işleri parlatmaya yetmeyecektir.
Muhtemelen Cumhur İttifakı’nın her iki ortağı da her gün öve öve bitiremedikleri bu alaturka sistemle ekonomik krizin toplumda yaptığı ağır hasarın, dış politikadaki içler acısı halin, eğitimdeki perişanlığın artık düzelmeyeceğine kanaat getirmiş olmalılar ki en azından durumu kurtarmak için yeni bir anayasa şarkısı söylemeye başladılar. Madem bu “Türk tipi” rejim dünyada eşi benzeri bulunmayan bir sistem idiyse, yeni bir değişikliğe ne ihtiyaç var ki…
Çok geç olmadan, iktidar bu alaturka sistem inadından vazgeçer mi bilemem ama, eğer Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm üretemeyen, ağır-aksak da olsa işleyen devletin kurumlarını yok eden bu garabet sistemi çöpe atmayı başaramazsa 2023’e dönük bütün Makyavelizm hamleleri iktidarın 50+1 derdine merhem olmayacaktır.
Öyle anlaşılıyor ki iktidar, son bir çare olarak yeni yılla birlikte “yeni anaya” teklifini Meclis’e getirecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 Ekim’de Meclis’in açılışında yaptığı konuşmada muhalefete çağrıda bulunarak dedi ki: “Gelin siyasal sistemin tümünü demokratik olarak düzenleyelim.” Demek ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin demokratik olduğuna cumhurbaşkanı da inanmıyor.
Peki bu anayasa hamlesi ne anlama geliyor? Aslında hiçbir anlama gelmiyor… Doğrusu sormak gerekiyor, demokratik değerleri önceleyen, hakka-hukuka riayet eden uygulamalar yaptınız da elinizi tutan mı oldu?
Gerçek şu ki bu iktidar hukukun üstünlüğüne riayet etmedi, özgürlükleri askıya aldı, yargıyı siyasallaştırdı, hesap verebilir bir iktidar olmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Büyük vaatlerle bu sistemi pazarlayıp hayata geçirenler de biliyorlar ki son düzlükte alelacele hazırlanan yeni “demokratik anayasa” masalının artık toplum nezdinde bir karşılığı yok.
Bugüne kadar öğrencileri, üreticileri, marketçileri ‘tetörist’, muhalefeti “illet-zillet” diye korkutup, sonra da ‘şefkatli demokrasi’ hikayeleri anlatmak bana göre ‘doğru’ liderlikten çok, Makyavelce bir tarza işaret ediyor.
Bilindiği gibi 1469-1527 yılları arasında yaşayan ünlü filozof Machiavelli, sevilen bir lider olmaktan ziyade korkulan bir lider olmanın daha iyi olduğunu savunur. Bu konudaki tespitleri çılgıncadır ama dikkat çekicidir: “Kendi şefkatinize ve adalet anlayışınıza bel bağlarsanız, uzun süre ayakta kalamazsınız. Neyse ki insanlar kolay aldanırlar. Görünüşlere kapılıp giderler. Böylece bir yönetici olarak sözlerinizi yerine getiremediğiniz ve merhametsiz davrandığınız halde, dürüst ve şefkatli görünerek iktidarınızı koruyabilirsiniz.” (Nigel Warburton, Felsefenin Kısa Tarihi, s.89)
Bir taraftan demokratik anayasa hikayesi anlatan Cumhur İttifakı, muhtemelen şu günlerde sessiz sedasız parlamentodan sosyal medyaya ‘sansür’ yasasını geçirerek yasaklar manzumesine yeni bir kalem daha ekleyecek. Ama artık yolun sonu göründü, bunlar sadece gidiş hikayesinin son satırları…