Eleştiri ve tartışma kültürü Müslümanların neyi oluyor?
Liyakati esas almayan yönetim biçimlerinin kültürel ve ekonomik anlamda gelişmiş bir toplum inşa etmelerinin mümkün olamayacağını artık hepimiz biliyoruz.
Ancak yine biliyoruz ki gelişmiş toplum olabilmede liyakat tek başına yeterli bir unsur değil. Daha geniş bir zaviyeden baktığımızda, sürdürülebilir bir demokratik sisteme kavuşmuş toplumlarda aynı zamanda eleştiri ve tartışma kültürünün de iselleştirildiğini görüyoruz.
Eğer bir toplumda eleştirel düşünce gelişmemişse, yönetim erki eleştiriye tahammülsüzse, dahası yönetim makamında olanlar ülkenin sorunlarını tartışarak ortak akılla çözüm üretemiyorlarsa başarı sağlamaları da mümkün değildir.
Maalesef günümüzün Müslüman ülkeleri eleştirel düşünce açısından kelimenin tam anlamıyla içler acısı bir durumdadır. Zira bu ülkelerdeki siyasal yöneticiler, ülke sorunlarıyla ilgili aldıkları kararları hiçbir tartışma ve eleştiri süzgecinden geçirmeden ayaküstü, alelacele ve tamamen duygusal bir şekilde hayata geçirmektedirler. Ne yazık ki cehalet üzerine inşa edilmiş olan bu kararlar, iktidar yandaşları dışında kimseyi mutlu etmemektedir.
Oysa özgür tartışma ortamının hakim olduğu demokratik toplumlarda, bizzat iktidarlar gerek ülke içinden, gerekse dışarıdan en yetkin akılları bu özgür tartışma ortamına katarak daha zengin bir çözüm ortamı oluştururlar. Bu aynı zamanda açık toplumların en bariz özelliklerinden birisidir.
Müslüman toplumların eleştiri ve tartışma kültürü konusunda sınıfta kaldığını belirten Arap dünyasının reformist yazarlarından Muhammed Hamid el-Ahmeri’nin şu tespiti dikkat çekicidir: “Yeteneklerin katili kapalı rejimler bunun tam aksine (tartışma ve eleştiri) yolunu kapatmaya ve bırakın ülke dışından gelmesini ülke dahilindeki yaratıcı zekaları bile daha baştan engellemeye çalışır, hatta bunlar kapalı rejimlerini daha da güçlendirmek için gerekirse dışarıdan güç unsurları ithal edebilirler.” (Entelektьelin Sorumluluğu, s.63)
Kuşkusuz tartışma kültürü sadece modern çağa ait bir mesele de değildir. Geçmişte İslam kültürünün öncü isimleri, alimleri, muarızlarıyla ciddi tartışmalar yapmışlar ve önemli meselelerde çözüm üretmeye çalışmışlardır. Mesela bir İslam bilim insanı olan El-Cahız kimi zaman arkadaşlarıyla ilmi tartışmalar yapmak üzere çöle çıkarmış. El-Cahız, münazaraya katılmayan ve muhalifleriyle tartışmayan kişinin ilmine güvenilmeyeceği kanaatindedir. Aynı şekilde Gazali ve İbn Teymiyye gibi alimlerin de çağdaşlarıyla fırtınalı tartışmalar yaptıklarını biliyoruz. Kısacası İslam kültürünün pırıltılı dönemlerinde ‘tartışma kültürü’, ilmi gelişmelere dinamizm kazandıran önemli bir unsur olmuştur.
Talihsizlik şu ki Müslüman ülkelerdeki gerek yönetim erki, gerekse entelektüel camia otoriter bir zihniyetle malul durumdadır. Özellikle dinin esasına vakıf olması gereken ulemanın otoriter yönetimleri güçlendirmek adına demokrasiye savaş açmaları Müslüman ülkelerdeki sorunları daha da derinleştirmiştir. Aslında din ulamasının bu tavrı, dinin demokrasi karşıtı olduğuna inandıkları için değil, tam aksine demokratik bir sistem gelirse, bir bakıma Katolisizmi taklit ederek icat ettikleri ‘fetva makamı’ gibi kendilerine kutsallık sağlayan yapıları kaybetme endişesinden kaynaklanmaktadır.
Kabul etmek gerekiyor ki dini gücü elinde bulunduran ulema, dini bir bakıma yöneticilerin maslahatına göre yorumlayarak toplum üzerindeki despotik hakimiyeti güçlendirmenin yolunu açmıştır. Hamid el-Ahmeri’nin ifadesiyle, “Batı’dan İslam dünyasına ve Müslüman toplumlara geçen bu kurumlar, karanlık ortaçağdaki despot kilise kurumunun taklidiyle yapılandırılmış olup, din vasıtasıyla ruhları ve maddi güçle de bedenleri köleleştirme amacına matuftur.”
Oysa entelektüellerin görevi, iktidarların gönüllü borazanlığına soyunarak toplumu uyuşturan bir narkoz ustası olmak değil, tam aksine hakka/hukuka riayet etmeyen, adaletin terazisini bozan iktidarları en sert ifadelerle eleştiren ama aynı zamanda hakkaniyetli davranarak olumlu icraatları da görebilmektir. Zaten entelektüel olmanın erdemi de vicdani sorumluluklara müdrik olmayı gerektirmektedir.
Ne yazık ki günümüzün Müslüman toplumlarında entelektüellerin önemli bir bölümü, iktidarların ‘yanaşması’ olmaktan rahatsız değiller. Daha da vahim olanı, toplumda iktidarın temsilcisi gibi davranmanın faziletli bir durum olduğuna inanmalarıdır.