Eğitim değil cehaleti teşvik primi sanki…
Türkiye son yıllarda ekonomiden dış politikaya, eğitimden kültüre kadar her alanda tarifi imkansız bir çöküş dönemi yaşıyoruz. Ekonomide gelişmiş dünya ile aramızdaki mesafenin giderek açıldığını, “Pandemi sürecinde Avrupa ekonomide büyük kayıplar verirken bizim ekonomimiz yükselişte” şeklindeki hamasi söylemlere rağmen telafisi uzun yıllar alacak ciddi bir gerileme içinde olduğumuzu biliyoruz.
Aynı şekilde dış politikada da liyakatsizliğin adeta teşvik edildiği bir diplomasi fukaralığının yaşandığının da altını çizmek gerekiyor.
Her ne kadar son dönemde yaşadığımız problemler yüzünden gündemimizde hak ettiği yeri bulamasa da aslında esas büyük tehlike eğitimde yaşanıyor.
Zaman zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da altını çizdiği gibi AK Parti iktidarlarının en başarısız olduğu alanlar eğitim ve kültür oldu.
Maalesef 19 yıllık AK Parti iktidarı, eğitimi daha çok şatafatlı binalar yapmak biçiminde anladığı için, özü itibariyle bilgi ve kültürel donanım ifade eden eğitim meselesine pek önem vermedi. Çünkü bütün gelişmiş dünya açısından değer ifade eden bir eğitim anlayışı, AK Parti iktidarının zihniyet dünyasıyla çok da örtüşen bir kavram değil.
19 yıllık iktidarı süresince eğitim bağlamında en çok telaffuz edilen cümlenin “Tarihimize, ecdadımıza yakışan dindar nesiller yetiştirmek” olduğunu hepimiz artık biliyoruz. Ama bu cümlenin reel dünyada ne anlam ifade ettiğini bilmiyoruz, eminim ki AK Parti iktidarı da bilmiyor…
Doğrusu “ecdada yakışan nesiller yetiştirmek” sloganını anlamlandırmakta güçlük çekiyorum. Ecdattan anladığımız daha çok Osmanlı olduğuna göre, bu ecdadımızın hangi bilimsel gelişmeyi, hangi felsefi düşünceyi ve teknolojik icadı insanlığın hizmetine sunduğunu birilerinin izah etmesi gerekiyor. Çünkü “dindar nesil” hayalleriyle oluşturmaya çalıştığımız eğitim sistemimizin hali, kelimenin tam anlamıyla içler acısı… Ne yazık ki orta öğretimden ve üniversitelerden mezun olmuş bir cahiller ordusuyla karşı karşıyayız. Kabul edelim ki okullarımız artık bilgi ve değer üretmiyor, daha da acı olanı meramını Türkçe olarak ifade edemeyen diplomalılar ordusu yetiştiriyor.
Eğer yıllardır söylemekten bıkmadığımız “şanlı tarih” nakaratını tekrar etmeye devam edersek bilimde, sanatta, felsefede, teknolojide dünya ile yarışabilecek bilim insanlarını yetiştirecek bir eğitim sistemini asla inşa edemeyiz.
Acı olan şu ki eğitimdeki sefalet tablosu bu kadar açık ve net bir şekilde ortadayken, iktidarın hala popülizm peşinde olmasıdır. Hükümetin küçük ortağı Bahçeli üniversiteye girişteki baraj puanlarının düşürülmesini istiyor, iktidar “şak” diye talimatı yerine getiriyor ve baraj puanları düşürülüyor. Ne olacak, yani puanlar düşürülünce öğrencilerin bilgisi, görgüsü mü artacak? Kimse kusura bakmasın, bunun adı cehaleti teşvik primidir. Öyle anlaşılıyor ki iktidarın birincil görevi “ecdada yakışan” cahil nesiller yetiştirmek…
Hakkaniyetle bakan herkesin, eğitimin bir ülkenin en temel meselesi olduğunu bildiği kanaatindeyim. Aslında iktidar da bilir ama okuyan, dünyayı bilen, eleştiren nesillerin yetişmesini ne kadar istiyor ondan çok emin değilim.
Maalesef iktidarın eğitim konusunda yaşadığı vizyon fukaralığının sonucu olarak, orta öğretimden üniversiteye kadar her kademedeki eğitim sistemimizin gelişmiş dünya ile rekabet edebilecek ne takati, ne de kabiliyeti bulunmaktadır. Çünkü gerek pozitif bilimler, gerekse İslami bilimler alanında eğitim veren akademik kurumlarımız kelimenin tam anlamıyla liyakatsizler ordusu tarafından yönetilmektedir.
Unutmayalım ki güçlü ve dünyada söz sahibi bir devlet olabilmenin en temel şartı dünya standartlarında bir eğitim ve bu eğitimi adeta nakış gibi işleyecek olan bir öğretim kadrosuna sahip olmaktır.
Değerli fikir insanımız Nurettin Topçu’nun bu konudaki değerlendirmeleri zihin dünyamızı zenginleştirecek bir nitelik taşıyor: “Medeniyetler muallimlerle kuruldu. Çin dünyasının kurucuları hakimlerdi. Mezopotamya medeniyetinin ilk sahipleri pateslerdi. Büyük yunan medeniyeti; meydanlarla pazarlarda gençlere muallimlik yapan feylesofların eseri olmuştur. İslam, medreselerin çatısı altında üç kıtayı istila etti. Rönesans, üstatların yükseltildiği devirdir. Alman birliğinin kuruluşunda muallimin ön planda olduğunu biliyoruz. İstiklal harbimizde, cepheye sırtında gülle taşıyan köylü kadın kadar, istilanın acısını damarlara aşılayan muallimin rolü olmuştur.” (Türkiye’nin Maarif Davası, s.71-72)