Eğer bugün helalleşmeyi başaramazsak…
Türkiye Müslüman bir ülke olarak ahlaki değerlerin bu kadar hafife alındığı, dinin temel ilkeleri göz ardı edilerek her şeyin ‘görsel dindarlık’ anlayışına indirgendiği bir dönemi hiç yaşamadı.
Ne yazık ki sırf bir iktidar hırsı yüzünden yapılan bütün hukuksuzluklar, yolsuzluklar, usulsüzlükler, liyakatsizlikler ve birey özgürlüğüne yönelik gasplar adeta din üzerinden kitabına uydurularak yalancı bir dindarlık iklimi oluşturuluyor.
Kabul etmek gerekiyor ki aslında yaşadığımız bu talihsizliğin en büyük nedeni, bizzat dindarlığı önemsediğini iddia eden bir iktidar tarafından dinin siyasi mücadelede araç olarak kullanılmasıdır.
Öyle anlaşılıyor ki seçimin ucunun gözükmeye başladığı şu günlerde dindarlar üzerinden acımasız bir siyaset pazarı kurulacak. Üzüntü verici ama bu pazarın en çok kaybedeni de dindarlar olacak.
Hukukun üstünlüğü, özgürlük, insan hakları ve rasyonel ekonomi gibi modern dünyanın ayakları yere basan değerleriyle yola çıkan AK parti artık bu değerlere savaş açan bir istikamete yöneldiği için hem ülkeyi derin bir yönetim krizine soktu, hem de toplumla bağlarını kopardı.
Maalesef bugün Türkiye ‘hukukun üstünlüğü’ endeksinde hiç de hak etmediği bir sıralamaya tabi olurken, ‘sefalet endeksi’nde de şampiyonluğa oynuyor.
Düşünün ki Washington’da 9-10 Aralık’ta düzenlenecek Global Demokrasi Zirvesi’ne çağrılmayan Türkiye, zirveye davet edilmeyen Macaristan, İran, Rusya, Çin ve Afganistan gibi ülkeler kategorisinde yer alıyor. Yani hızla demokrasi ligine veda ediyoruz…
İşte Türkiye’yi böylesine ekonomi ve demokrasi fukaralığına mahkum eden iktidarın önümüzdeki seçimlerde kullanabileceği elinde hiçbir ciddi argümanı kalmamış bulunuyor. Kısacası elinde sadece ezan, bayrak, vatan gibi değerler üzerinden üreteceği hamasi sloganlar var…
Muhtemelen seçim meydanları “Biz gidersek CEHAPE zihniyeti gelir, başörtüsü gibi haklarınızı kaybedersiniz, Kudüs kaybeder, Saraybosna kaybeder, bize sahip çıkın” sloganlarıyla inleyecektir.
Elbette bu sloganların da bir alıcısı olacaktır, ama biliyoruz ki Türkiye artık farklı kesimlerin birbirini ötekileştirmeyeceği bir uzlaşı iklimine doğru eviriliyor. Bunun en bariz göstergesi de epey bir süredir Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP kendi geçmişiyle yüzleşmeye çalışmasıdır.
Bu yüzleşme konusunda Kılıçdaroğlu’nun önceki gün KARAR tv’de söylediği şu cümleler dikkatle okunmayı hak ediyor: “Bizim muhafazakar dünyayla helalleşmemiz lazım, eksiğimiz var, oturup konuşmadık, derdinizi dinlemedik, Ankara’da oturduk durduk. Şimdi bu yıkılıyor ama karşılıklı güven de oluşmaya başladı. Ama belli bir zaman dilimine ihtiyaç var. Sosyal kimlikler üzerinden siyaset yapma politikası izledik.
Muhafazakar söylemini muhafazakarlara haksızlık olarak görüyorum. En muhafazakar parti bizdik çünkü değişime direniyorduk. Şimdi dindar kesimle ilişkilerimiz daha iyi, zaten dindar kesim de ülkenin gidişatından rahatsız. Onlar da değişim istiyor. Bütün mesele karşılıklı güveni oluşturmak.”
Evet geçmişte özellikle dindar kesimler ve Kürtler mağduriyetler yaşadılar, Kürtler hala yaşamaya devam ediyor. Ama unutmayalım ki 1940’larda kalmış bir ‘tek parti’ dönemiyle bugünün insanlarını korkutmanın mantıklı bir izahı olamaz. Kaldı ki şu andaki muhalefetin bileşenleri sadece CHP’den ibaret de değil, ayrıca karşımızda eski günahlarıyla yüzleşmeye çalışan bir CHP var. Kılıçdaroğlu’nun ifadeleri son derece açık: “Yıllarca Ankara’da oturduk sizin derdinizi dinlemedik, ama şimdi artık bu yıkılıyor…” Bugün yaşadığımız esas talihsizlik, CHP değişmeye çalışırken, AK Parti’nin 1940’lardaki ‘tek parti’ yıllarına dönmeye çalışmasıdır.
Esas tehlike, toplumla bütün duygusal bağlarını koparan AK Parti iktidarının dini değerleri siyaset pazarına sürerek ülkenin içinde bulunduğu kabus dönemini temize çekmeye çalışmasıdır. Eğer bu değişim fırsatını kaçırırsak, şu anda ekonomide, hukukta, özgürlüklerde yaşadığımız fukaralığın telafisi uzun yıllar mümkün olmayacaktır.